Dükkan açmak... Piyasa bu anlamda tam bir "yaralı müzesi". Köyden kente, okumuşundan cahiline tekrar eden, önüne geçilemeyen bir "dükkan açma" furyası var toplumda. Ve bu sır da değil, şikayet edenler dahi bir süre sonra bu kendini kandırma sürecine tekrar girer. Bir caddede tutan, kendi ölçüsünde başarılı olan bir çiğ köfte dükkanı varsa hemen geçmeden karşısına bir başkası tarafından açılan yeni bir çiğ köfte dükkanı gördük. 2000'lerde bu, cep telefonu dükkanları için çok yaygın bir görüntüydü. Şehirlerde bu böyle olagelirken, tarımda da benzerini görürüz. Bir mevsimde mısır, nohut çok kazandırdıysa diğer sene birçok köylü tarlasına mısır eker. Ve tedbirsiz bütün köylüler çaresizce taş aramaya çıkarlar.
Kurum sermayesi olmayan bir toplumda, bu tip batma hikayeleri hiç de şaşırtıcı değildir. Kafelerin, nargile salonlarının duvarları, hiç olmayacak kişilerle ticari yola girip beraberce batıp giden tiplerin hikayelerine maruz kalarak eziyet görmeye devam ediyor. Şehrindeki en eski kurum, dükkan, hamam, atölye, kasap kaç yıldır hizmet veriyor birader? "Kendi işinin patronu olmak" gibi bir altkültür motivasyonu on binlerce koç yiğidi yere sermedi mi? Sadece "O adam yaptıysa ben de yaparım" gibi bir motivasyonla yola çıkıp "wishfull thinking" kurbanı olan on binlerce koç yiğit...
Yazık... Her sene, belki bu şekilde batan vatandaşların kaybettiği paralarla on binlerce fakirin karnını doyuracak kurumlar inşa edilirdi. O kurumlar başka kurumlara evrilir, ülke biteviye girdiği darboğazlardan kendi iradesi ile çıkardı. Bu, Batılı girişimcilerin kurup başarılı olduğu iş modellerini taklit etmeyi dahi başaramayan bir darboğaz... "Yüreğinden yaralı, bizim hikayemiz. Kaderimden kalanı silsem de gitmiyor."
Refik Tırpan ALTAY