Gazı dolu bir çakmakla güven vermeyen bir insanı karşılaştırdım zihnimde. Bütün olası işlevselliğini bir kenara bıraktım insanın, tek başına tek bir işlevsellik netliği sunan çakmak bu karşılaştırmadan galip çıktı. Mesela dolu bir çakmakla -kalitesi fark etmeksizin- birçok şey yapabilirsiniz. Hava soğuksa bir şeyler yakmanıza ve ısınmanıza yardımcı olabilir. Sigara kullanıyorsanız eğer, güven vermeyen bir insana sigaranızı yaktıramazsınız. Ya da evinizin ocağını güven vermeyen bir insana yaktırmaktansa, dolu bir çakmak ile bu işlemi kendi başınıza yerine getirebilir, yemeğinizi pişirmek için ya da çayınızı demlemek için sırtınızı dolu bir çakmağa yaslayabilirsiniz.
Peki ya bu çakmağı güven vermeyen bir insan ürettiyse?
…
Elbette bu satırların, rahatı bozulmuş bir adamın parmaklarından döküldüğünü anlayabiliyorsunuzdur. Konfor alanının dışına çıkan herkes arayış içerisindedir. Arayış içerisinde olan herkes konfor alanının dışına çıkmaya hazır olmalıdır.
Toplumun suni oluşu kadar çakmağın da suniliğin bir sonucu olması, doğadan kopuşumuza kadar uzanan bir hikaye aslında. Neticede hikaye. Ne kadar kurgucuysanız o kadar harikalar yaratırsınız kendinize. Maalesef samimiyetin yüzdelik kısımda çok çok küçük bir yer kapladığını yüzünüze çarpmak zorundayım.
Baba nedir bu tolerans olayı? Şans vermektir aslında. Hayır, karşındakine değil. Bizzat kendine yaşam alanı oluşturabilmen için başkalarına tolerans göstermek zorundasın. Aksi takdirde bir şeyler sana her şeyin en doğrusunu bildiğini filan düşündürüp seni olmadığın konumlara getirebilir. Şunu akıldan çıkarmamak lazım: Kısa vadede kötü gidiyor gibi gözüken olaylar uzun vadede iyi şeylere dönüşebilir. Tanıdık gelecek ama, iyi gözüken şeyler de kötüye yol açanlardır belki? Yani yaşamak denilen mevzu aslında özgüven ve cesaret ister. Risk almak…
Sanatçı denilince genelde (isim uydurmadır) Ressam Çaplo gibileri akla gelir. Bacak bacak üstüne atmış, boynundaki fuların göğsündeki varoluşsal sıkışmalara nasıl katkıda bulunmadığı belirsiz, yaptığı entelektüel muhabbetler kadar sıkıcı başka bir şey olmayan çay bardağı tipli adamlar gelir akla. Ya da bu sanatçı tiplemesi herhangi bir ilahiyat fakültesinde dini musiki dersi veren ama gayet dünyanın sekülerliğine de inanmış, aynı zamanda müzikle de dünyayı değiştireceğini düşünen bir adamcağız olabilir. Sarkastik dokunuşlarımın arka planında kıskançlık vardır belki, ama bu dokunuşları yaşantıdan gelen tecrübe yoluyla yaptığınız zaman, kıskançlığınızın sebebinin bile o adamların ne yaptıklarını bilememelerinden geldiğini anlayabilirsiniz. Bak yine tolerans gösteremedik. Olsun, hep tolerans göstermek hiç yaşayamamak demektir.
Doğadan koptun ve bilgiye talip oldun. Onu yaşantıya çevirdin ve baktın ki her iple kuyuya inmemek gerekiyormuş. Gökyüzünde de su varmış, hatta Mars’ta bile su varmış. İki yüz sene sonra diyeceksin ki “Her uzay mekiğiyle Mars’a gidilmez.”. Bakacaksın ki başka boyutlar varmış, orada suya ihtiyaç yokmuş. Bunların hepsi temsilmiş. Baştan aşağıya mücadeleymiş.
Bu arada müzikle dünya değişmez, bilirsiniz. Sanatın propaganda amacı güttüğünün dışında şunu söyleyebiliriz: Bir müzik bir kişiyi değiştirebilir ancak. Artık gerisi o kişiye kalmıştır. Evren olmayı da tercih edebilir, devran da, dükkan da.
Toleransa dönecek olursak, bunun nasıl yapılacağını bilmek gerekiyor. Hani meşhur sözler vardır ya, yanlış insanlara gösterilen tevazu saçma tavsiyeler dinlemeye yol açar gibi. Sonra gerçekten kibir yapman gereken yerde yapamazsın ya da çok fazla yaparsın. Ayarını unutursun. Yani diyeceğim o ki herkes bir at besleyip büyütüp, o ata gelinlik giydirip evinin önüne bağlamalıdır. Kıyameti hazırlayan bufalo geri geldiğinde bu sayede belki o ata aşık olabilir. Biz de yakayı kurtarabiliriz. Çünkü biz istiyoruz ki artık o güzel adamlar o güzel atlara binip gitmesinler.
Oğuz AKINCI
YORUMLAR