“Büyük bir uygarlık içten çökertilemediği sürece kesinlikle fethedilemez.” –Will Durant
Mel Gibson’ın çektiği, Maya Uygarlığını ve İspanyolların Maya Topraklarına girişini anlatan Apocalypto, 2006 yılında yapılmış bir aksiyon/macera filmidir. Tabii ki bir aksiyon ve macera filmi oluşu, iyi kurgusuyla birlikte eseri sürükleyici bir hale getirmiş. Sinematografik olarak gerçekten de başarılı bir yapıt… Bazı kovalamaca ve mücadele sahnelerinin gerçekçiliği bir yana, filmin vereceği mesajların, bu tempolu hikayenin arasına başarılı bir şekilde yerleştirildiği de açıkça görülüyor.
Filmin hikayesi, oyuncuların canlandırmış olduğu Mayalıların konuştuğu dil olan Yukatek Mayacasını kullanmalarıyla doğal ve gerçekçi bir hale gelmiş. Bu yüzden eser orijinal diliyle birlikte altyazılı izlenmeli. Bu, hem seyir zevki açısından hem de karakterlerle bağ kurma açısından oldukça önemli.
İlk olarak filmin bir Holywood yapımı olduğunu belirtmek gerekir. Sanatın propaganda amacı taşımasının yanında kurumlaşmış “özel” bir film şirketinin de elbette bir mesajı olacaktır. Yahut bu şirketle ortak iş yapan yapımcıların göz önünde bulunduracağı bazı kriterler, prensipler, vizyonlar ya da misyonlar… Filmin yönetmeniyle ilgili ufak bir araştırma, mesajının anlaşılırlığını artıracaktır. Bazı yorumculara ve eleştirmenlere göre filmin sonunda Katolik İspanyolların gemilerle gelmesi, Mayalılara ve Azteklere medeniyeti getirdikleri anlamını taşıyor. Gerçekten de yönetmen Mel Gibson’ın Katolik Hıristiyanlığına bağlı bir yaşam sürdüğü ortada olan bir durum. Ancak mesajın buna indirgenmesi filmden çıkarabileceğimiz diğer yorumlara haksızlık olur.
Katoliklerin maya topraklarına medeniyeti getirdikleri mesajı filmin ana konusunu açıklama açısından yetersiz bir tanım. Bu yorumlamada bulunmak için devam filmine ihtiyaç var gibi gözüküyor. Yahut bu incelenmesi gereken bir başka konu… Ancak yine de ana fikrin bir parçasında yerini almadığını da söyleyemeyiz.
Filmin ana fikri ise, hemen girişte “Büyük bir uygarlık içten çökertilemediği sürece kesinlikle fethedilemez." sözü ile ifade ediliyor. Senaryoyu da yazan Mel Gibson, filminde “Çehov’un Silahı” ilkesini kullanıyor olmalı. Çehov’un Silahı adlı dramatik ilkeye göre Anton Çehov şöyle diyor: "Hikâye ile alakalı olmayan her şeyi kaldırın. Eğer ilk bölümde 'duvarda bir tüfek asılı' diyorsanız ikinci veya üçüncü bölümde o silah patlamalıdır. Eğer ateşlenmeyecekse o silah orada asılı olmamalıdır." Aynen Çehov’un ilkesi gibi, Mel Gibson da filminin girişinde alıntıladığı sözle filmin ana fikrini veriyor. Nitekim o tüfek film boyunca sürekli patlıyor. Maya halkının aslında o kadar da “masum” olmadığını gösteriyor. Bana göre Gibson Katolikleri aklamaya çalışmaktan ziyade daha büyük bir hizmet sunuyor; insanın zamandan, koşullardan ve imkanlardan bağımsız, her zaman insan olduğunu, iyiliği de kötülüğü de aslında kendi içinde barındırdığı mesajını veriyor. Bu anlamda filmi tam bir sanat eseri haline getiriyor.
Bunların haricinde filmde çok fazla imgelemle karşılaşmıyoruz. İnsani özellikler, oyuncuların role iyi bürünmüş olmalarıyla kolayca aktarılmış. Spoiler vermemeye gayret ederek şunları söyleyebiliriz: Filmi ikiye bölersek, ilk yarısında sebepler verilirken ikinci yarısında sonuçlar veriliyor. Bir tarafta kendi halinde, doğayla iç içe, avcı-toplayıcı yaşam süren ancak aile kurumunu çoktan kurmuş, küçük ağaç-odun barakalarında yaşayan, alet edevatı kendi işlerinde kullanan, hatta cinsel sorunlara çözüm üretmek bahanesiyle birbirlerine “eşek şakası” yapabilecek kadar mizah yönü gelişmiş bir kabilemiz var. Diğer yandan bugün “Kukulkan Tapınağı” olarak bildiğimiz yeri merkez almış Maya Krallığı, şehir ve ticaret düzenine geçmiş, hükümdarlıkla yönetilen, sınıflara ayrılmış ve halkı belli ki çok sefil olan bir toplum… Doğal ve masum kabilemiz insan taciri ve aynı zamanda asker sınıfı tarafından, “yurtları” yakılıp yıkılarak bu “kirli şehre” getiriliyorlar. Burada atmosfer çok iyi yansıtılmış. Yuvarlanan kelleler, çürüyen insan bedenleri, korkunç tipli cellatlar, maneviyatı doruklarda yaşayan bir hükümdar, hükümdarın aptal karısı, halkın çoğundan şişman olan küçük çocuğu… Esirlerden bir kısmı işte bu Kukulkan piramit-tapınağının tepesinden Tanrı Kukulkan’a kurban ediliyorlar. Sıra başrol kahramanımıza gelince güneş tutuluyor ve kahinler Tanrı’nın onları bağışladığını, artık kurban sunmanın gereksiz olduğunu söylüyorlar. Ellerinde fazladan esir kalan askerler, esirlerin fazlalık olduklarını düşünüp onları öldürmeye götürüyorlar. Burada kahramanımız ayvazca davranıp arkasından fırlatılan oklardan zikzak bir koşu yaparak kaçıyor ve kurtuluyor. Kurtulurken baş askerin oğlunu da öldürerek bir parça intikam alıyor. Böylece filmin ikinci yarısı başlıyor ve askerler kahramanımızın peşine düşüyor.
Uzun soluklu bir kovalamaca sahnesi çok iyi verilmiş. Filmin izlenmesini kesinlikle tavsiye ediyorum. İntikamın, insanın ne kadar derinlerinde yatan ve icap ettiğinde insana neler yaptırabilen bir duygu olduğunu bu sahnelerde görebiliyoruz. Ayrıca insana “olağanüstü” şeyler yaptıran tek duygu intikam da değil. Asıl, iyinin ve doğrunun peşinden giden, mertçe ve namusluca bir hayat sürmek isteyen, haksızlıklara karşı donanmış insanların neler yapabileceğini burada anlayabiliyoruz. Nitekim kahramanımızın ismi olan “Jaguar” kovalamaca sahnelerinin sonlarına doğru adeta kendisini gerçekleştiriyor. Jaguar’a öyle bir “hal” geliyor ki, kendisinden sayıca ve fiziken üstün altı tane savaşçıyı kurduğu stratejiyle alt edebiliyor. Bu kesinlikle doğaçlama yapılmış, denk gelmiş, şans eseri ortaya çıkmış bir kurtuluş değil. Filmin bir bölümünde küçük bir çocuk kehanette bulunarak bu kurtuluşun haberini verse de, daha doğru okunduğunda olayın bir “yüksek farkındalık” meselesi olduğu anlaşılıyor. Fıtrata uygun davranmak, doğru okumak, ayvaz olmak ve korkmamak, üstesinden gelinemeyeceği düşünülen düşmanı perişan etmeye vesile oluyor. Çünkü böyle olmak doğayla, evrenle, eşyayla ve en başta kişinin kendisiyle uyum yakalaması demektir.
Mesaj verme derdi olan her filmde, verilmek istenen mesajın aktarıldığı kısa bir bölüm olur. Bu genelde, filmin genel karakterine ters bir şekilde yapılır. Film tempolu bir aksiyon/macera filmiyse çok sakin bir sahnede, yahut sakin seyreden bir filmse bu mesaj daha hareketli bir sahnede verilir. Apocalypto filminde ise mesaj, bu ölümlerle dolu sarsıcı sahnelerin arasına sıkıştırılmış, ateş başında geçen sakince yapılan bir konuşmada geçen şu sözlerle veriliyor: “İliklerine kadar hüzne bulanmış bir adam yalnız başına oturuyordu ve bütün hayvanlar onun yanına gelip şöyle dedi: 'Seni bu kadar üzgün görmek istemiyoruz. Bize ne istediğini söylersen belki sana yardımcı olabiliriz.' Adam şöyle dedi: 'İyi bir görüş gücüne sahip olmak istiyorum.' Akbaba cevap verdi: 'Benimkini alabilirsin.' Adam: 'Güçlü olmak istiyorum.' dedi. Jaguar: 'Benim gibi güçlü olabilirsin.' Sonra adam şöyle dedi: 'Yeryüzünün bütün sırlarını bilmek istiyorum.' Yılan cevap verdi: 'Ben sana onları gösteririm.' Ve bu böylece bütün hayvanlar arasında devam etti. Ve adam onların verdiği bütün hediyeleri alarak oradan uzaklaştı. Sonra baykuş diğer hayvanlara dönüp: 'Şimdi adam çok şey biliyor ve pek çok şey yapabilir. Birden içimi bir korku kapladı.' Geyik şöyle dedi: 'Adam ihtiyacı olan her şeye sahip, artık üzüntüsü geçecek.' Ama baykuş cevap verdi: 'Hayır. Ben adamın içinde büyük bir boşluk gördüm, asla dolduramayacağı derin bir açlık. Onu üzen de, ona bunları isteten de o. O almaya devam edip duracak, ta ki dünya ona şöyle söyleyene kadar: 'Artık sana verebilecek bir şeyim kalmadı.' "
Gibson bu hikayeyle suçu ne İspanyollara ne de Mayalılara atmış oluyor. Elimizde kalan ise filmin senaryosu için evrilmiş biraz tarihi bilgi ve çokça “içsel” ve “yüksek” hakikat… Doğru okumak ve kardeş olmak çok önemli.
Doğrusu, ben o sözü “Kendisini fethedebilmiş bir toplumu kimse çökertemez.” diye değiştirmek istiyorum. Ve biraz da Çehov ilkesi tabii ki…
Oğuz AKINCI
YORUMLAR