Tüm Nas’ın ışık zannettiği yaşam unsuru, onlar için ağlarken kustuğumuz bir versiyon. Onlara hayat veren, kendilerinden uzaklaşma bedeliyle kazandıkları bir sebep sadece. İnsanlık diliyle paradoks deniliyor. Bütün alışverişlerin bir paradoks olduğunun farkında değil bu harici varlıklar. Asıl varlığa gelelim, bizi katından kovdu; ta ki bu alışverişin insana fayda getirmeyeceğini onlara anlatabilene kadar.
Biz kanat çırpıyoruz ve garip renkler saçılıyor ardımızdan. Hayret ediyoruz, ulaştığımız noktadan harekete geçtiğimiz yerdeki kendimize. Bu an içinde milyonlarca insan doğup ölüyor. Bütün renkler mide bulandıran bir illüzyona dönüşüyor, kusuyoruz. Yine bulduk zannediyorlar. Bir kez daha medeniyeti ilerlettik, bir adım daha yaklaştık büyük ve mutlu sona diyorlar. Hayır, hayır… Bir de utanmadan ulu kat gönüllülerinden üstün olduklarını iddia ediyorlar. Akıl, adayış mıdır arayış mı?
Us bağını düzgün çözmeyenler deliriyor. Yine de ulu kat bu garipleri pek sever. Boyunun ölçüsüne bakmadan yüksek üyelik başvurusunda bulunan, utanmadan sıkılmadan, çirkinliklerine bakmadan ayna tüccarlığına girişen bu uslanmazlardan ise nefret edilir. Neyse ki nefret, yokluğun varlığına dahil ki, sonsuz ertelenmişlikler listesinde yer alıyor. Yani hala şansları var. Biz mi? Kovulurken arkamızdan fırlatılan bavulun içinde bulduğumuz “iğne ipliği” emanet edebileceğimiz adayları iyi seçmemiz gerekiyor. Yoksa biz de tek bir “tüf” ile kendi cenazemize şahit olabiliriz. Ne de olsa burada zaman pek farklı işliyor.
Gönüllülerle Tersin şehrinde bir araya geldik. Huşumato Sokağındaki şubemizde oturup adayları ele aldık. Bizi buraya çağıran hatrı sayılır bir üyeydi. Onunki gönüllülüğün ötesinde bir makamdır. Tek işaretiyle kendisine itimat edilir de, denizin tuzuyla Tersin karışır gider denize. Nargilesini içerken vereceği kararların, düşündüğümüz adaylara yol göstermesi dileğiyle yanıp tutuştuk. Ters bir hareketimizi yakalamasın diye tüm hislerimize kilit vurduk. Bütün bunların farkındaydı, bizim düşündüklerimizi de kapsayan bir akıldı onunki. Dileklerimizin de ona dahil olduğunu düşünüp bir an rahatlıyorduk ama, sonra içimizden geçecek tek bir şüphe, Ulu Üye'nin aklımızın yılgı baltası girmemiş ormanlarına salacağı tek bir ejderhayla bütün faaliyetimizin yakılıp yıkılmasına kadir olabilirdi. Bu alışverişin gerçekleşebileceğinin farkındaydık. Ürperti içinde bütün duyularımızı ona yönelttik. Nargilesinden çektiği nefesi verirken kararlarını sıraladı. Ağzı ile burnu arasından çıkan sesi, işitme kanallarımızı, meteor çarpar gibi yerle bir etti. İşte yine adayların oyalanması için bir sebep. Yine ağlıyorduk.
*
San ki, doğduğu günden, hayatında başarılı olacağı belliydi. Başarı... İnsan vasıflarının üstünde olan bir kavram aslında bu… Peki ya, doğar doğmaz gülümsemek bir tür başarının parçası değil de nedir? Hayatı dalgaya alan uçarı bir gülümseyiş ya da kızdırılmış bir çocuğun inadına sergilediği bir tavır gibi değil. Benimseyerek, algılayarak yapılan, anlam saldırısına göğsünü açar pozisyonda icra edilen bir gülümseyiş. Sonra şu çok okuduğu, çok bilgili olduğu, ölü bir dil olan Latinceyi insanları yaşatmak için kullandığı besbelli olan mavi üniformalı adamın, iki ayak bileğinden tutup ters çevirdiği bebeğimize, kaşlarını çatıp, gezegenimizin hamisinin mabadına tokat atmasıyla koridorları kaplayan bir hıçkırıklar silsilesi... Sonrasında geçecek altmış altı senenin kahkahalar ve hıçkırıklar arasında geçeceğinin ilk işareti...
En az Latince kadar fedakar yaşadı ismi olmayan bu çocuk. Neticede Latince yaşatmak için ölmüştü. Çocuk da altmış altısına geldiğinde ardına dönüp tek bir anısını bile göremiyordu. Kendisiyle baş başa kaldığında fark ediyordu ki düşünecek pek bir hatırası yoktu. Daha çok kendisinden uzaklaştığı zaman görüyordu bıraktığı izlerini. Emekliler bu yüzden sürekli dışarıda gezerler anladınız mı?
Nasıl yaşadıysa öyle öldü, nasıl öldüyse de o kadar yaşattı. O hatırlamıyor ama biz hatırlıyoruz bunu; gençliğinde bir gece rüyasında iğne iplik görmüştü. Bunun peşinden giderek her zaman “başkalarının söküklerini dikmeyle” meşgul oldu. Sonra rüyaları devam etti, gittikçe netleşti flu rüyaları. Bu matlık, göz perdelerini yırtıp attı. Altmış altısının son anlarında ise bazı kararlar gördüğünü zannetti:
“Okusun, dinlesin, korkmasın!”
Ulaştığı yerden, başladığı yere hayretle bakakaldı.
Oğuz AKINCI
YORUMLAR