Bedeni yormak bazen diğer zamanlara göre daha çok gereklidir. O gün öyle bir gündü. Bedenen yorulmanın bir tercih meselesi haline gelmiş olmasından o günün zihinsel aylaklığa uygun bir gün olduğu anlaşılabilir. Bununla birlikte zihin için aynı şeyi söyleyemiyoruz. Çünkü onun kendini yorup yormama kontrolü biraz da kendi elinde değil midir? Çok gerekli olduğunu düşündüğünüz anlarda bir milim hareket etmezken en gereksiz yerlerde zihin hesap kitapla uğraşmaya başlar, muhayyile sizi A noktasından B noktasına bir çırpıda götürüp getiriverir. Aslında beyin bedenin bir parçasıdır ama sanki orada ikinci bir benlik vardır. İşine geldiği gibi davranan ya da davranışları beden sahibine uymayan bir benliktir o. Tabii aylaklara özel paket bu.
Zihni, bedeni, gerçeği, gerçeğin bize yansıma şeklini, bir de bizim gerçeğe yansıma şeklimizi hep ayrı ayrı düşünürüz. Oysa her şey gerçekse, gerçek de öylece “oluverendir”. Anı anına, nakış nakış, birbiri ardına, aralarında atomu parçalayanı da parçalayan bir zaman kısalığıyla dizilir gider gerçekleşenler. “Gerçekleşti” çok bayat bir söz. “Yalan” da öyle. Bir şeyin yalan oluşunun gerçek olması diye bir şey de var. Gerçekliği kıyas edebilmemiz için yalanları ayrı ayrı bilmemizin gerekmesi ise harika bir olay.
Sempati kelimesinin kökeninde “acı duymak, hissetmek” yatıyor. Her his başlangıç itibariyle acı duymaktan çok da farklı değil. Tabii bu da olup bitenlere karşı gösterdiğiniz duruşla ilgili. Belki, -sadece- o hiçbir zaman olamayacağımız şeylere karşı sempati duyuyoruzdur. Yoksa sahip olunan şeyler, bir şeye uzun bir süreçte sempati duyulduğunda hissedilen duyguların verdiği hissiyatı vermiyor. Bu, “olmanın” maddi tarafıysa da, bir başkasının “olmaya devam edebiliyor ve bunun hakkını verebiliyor” olmasına tanık olmak bir mutluluk aracı olsa gerek.
“Kesintisiz mutluluk diye bir şey yok ama berbat bir adam olmamak da mümkün.”. Sonsuz kaygı duygusu çıkarıldığında ise geriye kalan her şey çok güzel… Çünkü sahip olma arzusu bir şekilde kaygıya dönüşüyor. Eşyayla çıkar ilişkisi kurmayarak gösterilen çabalara karşılık olarak alınan geri dönüşlerle, nimetlerle pekala mutlu bir hayat yaşamak mümkün.
Hiçbir şeyle (her şeyle) çıkar ilişkisi olmayanlar da var. Zihindeki ikinci benlikle çıkar ilişkisi kesilebiliyor. Bu da aylaklıktan kurtulup faal hale gelmekle mümkün... Üç saatlik ağırlık antrenmanı yaparken aynı anda onlarca sayfa şiir yazılabilir. Bu da yalnızca faal olanlara ve kılınanlara özel olan paket.
Yeniden canlanmak için, makinenin dişlilerinin gıcırdayarak tekrar çalışmaya başlaması gibi, yorgunca, yavaş yavaş harekete geçiyorum. Markete giden yolu ana yol bölüyor ama neresi ana yol, hangisi ara yol belli değil. Ara yolda da araçlar hız sınırının üstünde, ana yolda da. Can vermeden karşıya geçmeyi başarabiliyorum. Karşıdan en fazla on bir on iki yaşlarında bir kız çocuğu, kızın kardeşi olduğunu tahmin ettiğim beş altı yaşlarında üstü başı muhtemelen oyun oynamaktan pislenmiş bir çocuğun elinden tutmuş, birlikte yürüyorlar. Ben karşıya geçerken arkamdan zangırdayarak geçen kamyonun şoförü çocuklara acayip acayip bakıyor. Anlam vermek istemiyorum. Yine de hemen ardımdan yola devam eden aracın içindeki adamın yaklaşık yirmi adım ilerideki çocuklara nasıl baktığını fiziken açıklayamasam da ne amaçla baktığını sosyolojik olarak bir güzel açıklayabiliyorum. Edebiyat da yardımıma koşuyor; çocukların elbiselerindeki kirlerin farklı, kamyonun üstündeki kirlerin farklı olduğunu anlıyorum. Markete dönüyorum.
Maskesiz girmeye çalışan bir adam var. Almıyorlar. Maskemi takıp giriyorum. Alacaklarımı toparlayıp kasaya yöneldiğimde kasiyerin olmadığını görüyorum. Bir iki dakika bekledikten sonra reyonda rafları dizip düzelten market çalışanına kasaya ne zaman bakabileceklerini soruyorum. “Kasiyer depoya pos rulosunun bittiğini haber vermeye gitti, hemen döner.” diyor. “Mecaz-ı mürsel...” diyorum. Duyuyor ama anlamıyor, hemen gıcık oluyor. “Efendim?” diyor. “Mecaz-ı mürsel yaptınız, depoya değil de, deponun içindeki çalışanlara haber verdi demek istediniz sanırım.” diyorum. Küfür eder gibi bakıyor ama sırıtmaya çalışarak bir şeyler söylemek üzereyken depodan yaka kartında Mürsel yazan kasiyer geliyor. Bilgi bir kez daha ihtimal olarak gerçeğe daha yakın durduğunu kanıtlıyor. Alacaklarımı alıp çıkıyorum. Maskesiz adam ters ters bana bakıyor. Çocuklar hala yolda yürüyorlar, sorun yok. Ana yol, ara yol, virüs ve sıcağın arasından süzülüp yoluma devam ediyorum. Bir gün daha “Bu ülkeden daha bıçkın bir tamlama bilmiyorum.”.
Oğuz AKINCI
YORUMLAR