"Şurama da vur biraz." dedi işkence gören adam. Dayağa karşı olan arzusunu arttıran bir şey salgılıyordu vücudu. Bir mafya babasının söylediği "ardinal" hormonuydu tabii ki o şey.
Adrenalin, umut ile birleşince insanın kaosa yatkın ve anarşizme kaçan tarafını kabartır. İnsanın yaşamasını sağlayan temel "maddelerden" olan adrenalin ve özellikle umut, insanı kaosa, stabil olanı bozmaya itekler. "Bir umuttur yaşamak." diyenler, yaşamanın yavaş yavaş ölmek olduğunu hesaba katıyorlar mıydı acaba?
"Orama çok vurdun, artık bir şey hissetmiyorum." dedi işkence gören kadın. Dayak yemekten bıkmışlığının yanında, neden dayak yediğini sormadığı gibi, kendisine de soru sorulmadığı için, ne yapacağını bilmiyordu. Olaya odaklanmış ve yediği darbelerin, vücudunun hangi kısmında ne kadar etki bıraktığını ve hissettirdiklerini merak ediyordu. Olması gereken buydu belki de.
Görmek, işitmek, tatmak, koklamak ve dokunmak zihin yapısıyla birleşince hissiyat oluşur. Hissiyat ise sadece ona odaklanıldığında insanı gerçeklikten uzaklaştırır. Sizi bir sahtesini daha, bir muadilini belki, bir farklısını yaşamaya iter. Hislere soru soramazsınız. Hisler size soru sordurur. Ve tabii ki bencildirler. Bir "romantikseniz" aşık olmamanız ve yanılmamanız imkansızdır. Durumunuz kocaman bir ejderi diliyle kapmaya çalışan kurbağaya döner. Eninde sonunda suya dönersiniz ama.
"Eskiden çok dayak yedik biz, şu işkenceden bir kurtulayım..." dedi yaşlı adam. Gayet gelenekçi bir sözdü bu. İddialıydı. İnatçıydı. Gelenek iddialıdır. Gelenek inatçıdır. Değişmek istemediği gibi, sizi hor da görür. Belki de yapılan işe odaklanmak gerekir. Çünkü baktığınız zaman birisi yediği dayaktan memnun değil, diğerinin işkenceyi doğru düzgün yapıp yapmadığı meçhul. Kimi sorgulamalı?
Eksiklikler, hatalar, yükseklerde olan gözlerle o yokuşu çıkmayı göze alamayan bacakların aynı vücutta toplandığı kişiler, rahatı sevenler, affedemeyenler, mahvedemeyenler, kıyamayanlar, kıramayanlar, "kuramayanlar", hareket etmek istemeyenler, hakaret etmek isteyenler, belki yorgun olanlar, süpermen olmak isteyen ama süper olmayanlar ve daha birçok "şu yorgun kullar", netliklerle ve kesin çizgilerle birleşince gelenek ortaya çıkar. Yeni olan tehlikelidir. Korkutur. İnsanı korku yaşatır. Bir korkudur yaşamak.
Bir çocuk vardı, korkup masanın altına saklandı. Ona bir şey yapmadı işkenceci. Çünkü çocuk işkencecinin çocuğuydu. Ama çocuk, bekleyince giden de kalan da görülmemiştir. Masanın altından çıktığın zaman, sana da işkence var.
Umut, his, gelenek, korku, işkence ve sonsuz kaygı ortadan kaldırıldığında geriye kalan şeydir çocukluk. Bir çocuk olduğunuz zaman da hayalden başka ne vardır elinizde?
Oğuz AKINCI
YORUMLAR