“Seni sevmiyorum, seninle oyun oynadım, bunu anlamadın mı hala?” Bir Yeşilçam Filmi Repliği
Anahtar kelimeler: Akıl, tahayyül, mutluluk, rüya, Farabi, bilgi.
Mutsuzdu. Bunun bir çeşit zeka problemi olduğunu düşünüyordu. Çok kere kendi düşüncelerini kılıçtan geçirme fedakarlığında bile bulundu. Buna rağmen, “Büyük bir yalanın içinde yaşatıldığı” fikrinden bir türlü kopamıyordu. Kopulacak gibi değildi ki bu hakikat. “Bilim insanı” unvanını alan, ders anlatan öğretmeninin derste maksatsız ayı gibi oynayışına bu yüzden gülüyordu. Bu gülüş, okuldaki diğer akıl yoksunu sınıf sakinlerinin duyu yollarınca sadece ve sadece bir çeşit sırıtış olarak anlaşılıyordu. İskender’in yüreğindeki ihtirası göremiyorlardı.
Kendini bilmeye başlamasından bu yana bir şeyler yolunda gitmiyordu. Daha beş yaşındayken insan elemeye başlamış, doğruyu yanlışı ayırabilmeyi istemiş, hoşuna gitmeyen ve kendini kendinden uzaklaştıran her şeye karşı bir savaş açmıştı. Savrulan yapraklar rüzgara ayak uydurur ve bu onlara garip bir huzur verir, savrulsalar bile. O, rüzgara savaş açmıştı ve bu rüzgarla birlikte gelip geçecek saadetin huzurunu kaçırıp Büyük Huzur projesine talip olmuştu.
Yirmi dört yaşına gelene kadar hakikat “çemberinin” dışarıdan kendisine bastırılmış bir yalan saldırısı olmadığını, kurtuluşun, bu saldırıya karşı kuvvet uygulayarak nefes alabileceği yaşam alanını oluşturmayla, bunu yapmanın da ancak şüphe edemeyeceği tek şey olan aklını kullanarak gerçekleşeceğini fark etti. Ve tüm benliğiyle savaşa girişti. Doğruluğuna hızlıca kanaat getirdiği vesileleri kullanmaya başladı. Doğru okudu, doğru okuyanları dinledi. Haliyle tuhaf rüyalar görmeye başladı.
Öyle ki, ders dinlemek için girdiği sınıfta gün, dünkünden farklıydı. Işık farklıydı, gördüğü “şeylerin” ölçülerini algılıyordu, arkadaşlarının arasında gördüğü bir çeşit bağlantı ipleri sayesinde birbirleriyle ilgili olan düşüncelerini okuyor, kara tahtanın üstündeki kara yazıların içindeki bilgilerin kötü karartısını bile görüyordu. Daha önceden ön yargı zannettiği bu durumun aslında saf bilginin bir ön vargısı olduğunu fark ediyordu. Dayanamadı, bu saf zeka hali ile kimseye çıktığını hissettirmeden dışarıya attı kendisini. Ellerine, ayaklarına baktı, tam donanımlı bir savaşçı gibiydi. Koşmaya başladı.
Daha önceden bağlantı kurmadığı ve varlığını görmediği yerlere gittikçe bu üstün yetenekleri ortadan birer birer kalkıyordu. Perdeler şeylerin üzerine inmeye başladıkça vücudu ağırlaştı, gözleri kapanmaya başladı, devasa bir yorgunluk hissetti. Nerede olduğunu bilmeden ve önemsemeden kendisini derin bir uykuya bıraktı.
İki tokat yemesi, görmeyi algılamasıyla birlikte geldi. Bu tokatların sahibi, kafasında hemen hemen kendi boyu kadar bir sarık olan, hafif kır ve yine hafifçe uzun sakallı, kemerli burnu ve geçerli bakışlarıyla Farabi’ydi. Gözleri iyice açılmaya başlayan İskender nerede olduğunu anlamaya çalışırken yakışıklı bilge söze girdi:
FARABİ: Ahmak! Nerdeydin bu güne kadar delikanlı? Kendine gelemediysen biraz daha döveyim seni!
İskender içinden şöyle geçirdi: “Övüyor mu, sövüyor mu belli değil. Üstelik bunu yaparken iki duyguyu da tam anlamıyla yaşatıyor. Bu adam kesinlikle Farabi.”.
FARABİ: Ne öyle alık alık bakıyorsun. Şu tepsinin üstündeki içeceği iç, sonra abdest alıp buraya gel, şuraya otur.
“İçecek ve abdest sıralaması… Hımm, demek ki bu içeceği içmek abdest almaktan daha önce yapılması gereken bir şey.” diye düşündü. Tatlı ve mor içeceği içti, çalışma masasının altındaki suyla kitapları ıslatmadan abdest aldı, Farabi’nin sol tarafında gösterdiği yere doğru oturdu. Bilgenin sağ tarafında oturulacak bir boşluk daha vardı, geriye kalan her yerde yürünecek yerler hariç kitaplar ve yazılı - yazısız kağıtlar vardı.
FARABİ: Ortam okuması yapmayı kes! Bana odaklan, gerçi o kitaplar da ben’im! Ama sen bunu anlayamazsın! Anlasan da konuşamazsın! – Gülerek - Çünkü henüz konuşma kilidin açılmadı.
Konuşamadığını bile fark edememişti İskender. Şöyle bir konuşmayı denedi, yok, olmuyordu.
FARABİ: Şimdi şunu iyi bil; bu konuştuklarımız sana gelecekten haber verecek türden şeyler değiller. Öyle anlama. Okudukların sayesinde ezkaza zamanda yolculuk ettin ve hakikatin bilgisini öğrenmeye hak kazandın. – Öksürdü - Eee, bu görev de bana verildi. Diğerlerini sorma, (diğerleri dediği kişiler: Muhammed*, İbn-i Sina, Kindî, Aristo, Platon, Sokrates’ti) onlar da zaman yolcularıyla irtibat halindeler. Uyanana kadar bana aitsin. Konuşacaklarımız sen istemesen de ölene kadar aramızda kalacak, daha sonra sen öldüğünde başka bir talip gelip senden bu bilgileri alacak. Ölene kadar dedim, ölümlerin çeşitlerinden bahsetmeden. Sen biyolojik ölüm zannedersin şimdi, bunları öğrenmeden önce öğrenmeyi hak etmen gerekiyor. Hak etmenin de bir noktada tamamlanıp bitmediğini, yola devam etmekle gerçekleşeceğini birazdan anlayacaksın.
Farabi öyle huysuz ve enerjik duruyordu ki, İskender uyanana kadar birçok şey olabilir diye korktu. Üstelik şu anda uyuyup uyumadığından bile şüphe ediyordu. Adam tuhaftı, ilk bakışta güven de vermiyordu açıkçası. Ama vardığı yargılar rahatsız etse de, bunları döve döve de anlatsa, gerçek bir noktada buluştuklarını fark ediyordu. O yüzden kendisini bu büyük filozofun güçlü kuvvetli, akıl ve huzur dolu kollarına bıraktı.
FARABİ: Gelelim senin yaşadıklarına. Aklının derinliklerine indin, her şeyden şüphe ettin. – Sesini kalınlaştırarak ve coşku katarak - Zekice davranıp bazılarını hızlıca geçerek hallettin. Yeri geldi, doğru bilgiyi bir Yeşilçam filminden bile elde ettin. Bu durum seni dünyayla çatışmaya itti. Derdini çözeceğim. Mutlak Akıl’ın karşısındaki ferdiyetini, tek başınalığını, kulluğunu kanıtladığın için artık bir araya gelmek icap etti. Çoğu ilim talibi boş hülyalara dalarak kendisini mahvetti. Sen öyle yapmadın, yalnız kalıp savaşmaya devam dedin… Zamanda yolculuk ettin. Yeşilçam filmlerini nereden bildiğimi düşünürsen sana söyleyeyim; zamanda yolculuk eden sadece sen değilsin İskender! O filmleri izlemek ne kadar keyifliydi bilemezsin! Özellikle Hulusi Kentmen’in oynadığı rollerin gerçekliği gözlerime birer birer göründü. – Yüzünü ekşiterek - Hımm, gerçi bir de bizim dönemdeki tiyatral oyunlara göz atsaydın, gözün Hulusi’yi, Cüneyt’i görmezdi. Üstelik bizim dönemimizde gerçekleri vardı bu adamların oğlum!
“Bu adam kendini Farabi zanneden kafayı yemiş bir ihtiyar. Delirdim de kliniğe yatırıldım galiba.” diye düşündü İskender.
FARABİ: Düşüncelerini az çok görüyorum. Vakit kıymetli, kendini böyle düşüncelere boğarak heba etme. İki tokat yetmediyse gel şurada bir güreş tutalım. O zaman görürsün ihtiyar mıyım kafayı mı yemişim! Eh, şu kitapları kenara kaldırmanın yükü belimi bükmez! Seni kaldırıp yere vurmak hiç bükmez! Anladın mı? Dinle şimdi; son günlerde zamanda yolculuk yapabilmek için hendese hesabı kurup makineler icat edenlere şahit oluyoruz. Amaçları zamanda yolculuk edebilmek için harcadıkları çabanın kendilerine teknoloji olarak dönmesi zaten. Ama kendileri bile bu gerçeğin farkında değiller! – Yüzünü bir çocuk gibi yaparak alaycı bir sesle - Neymiş, ışık hızını geçecekmiş! Bak bak bak… Sanki ışık, at gibi bir şey de, daha hızlı bir at eğitip ışık atını piste indirip sollayıp geçecek köfteler! - Elleriyle etrafında akrobatik arama hareketleri yaparak - Nerdeymiş bu ışık, hani? - Ellerini iki yana açıp - Yok. Not al, ışık hızını yakalayarak zamanda yolculuk edebileceğini zanneden bilimperestlerin verdikleri bilgiye karşı şunu bilmen gerekiyor: Zamanda yolculuk akıl ile yapılır ve geçmişe ancak geçmişte aklını kullananlar vasıtasıyla gelebilirler. Eh, benim geleceğe gelebilmem için başka bağlantılar, ekstra çabalar ve özel izinler gerekiyor. Bu yaştan sonra uğraşacak halim yok ve halin imkansızlığı var. Sen aklını hakkıyla kullandığın için şu anda geçmiştesin. Kendi zamanına gidecek, yolculuğun ve sürekliliğin ancak akıl yoluyla yapılabileceği bilinciyle geçmiş ve gelecek arasında bağ kuracaksın. – Acımasızca - Bunu da sistematik yapacaksın tabii ki… O bilimperestler üretime devam etmek için aynı çalışmalarına aynı zihniyetle devam etmeliler… Çünkü bu bilgi, ehli olmayandan sırlanılması gereken bir bilgi… Anlıyor musun? Çünkü insanoğlunu “vazgeçmeye” itecek bir gerçek bu. O yüzden ehliyle buluşmayı beklemelisin. Ne garip ki bu işlerin ehilleri, her devrin asırlarında bir elin parmağını geçmezler. Zaten onlar mevcutta birdirler. Daha basit anlatayım İskenderciğim; bir kişi artı bir kişi, iki kişi eder ama bir damlaya bir damla eklersen daha büyük bir damla olur. O yüzden çoklukla değil bollukla ilgileniriz.
İskender hıçkıra hıçkıra, inleye bite ağlamaya başladı. Mutluluktan mı ağlıyor, korkudan mı belli değildi. Farabi’den bir şeyler kapıyordu sonunda.
FARABİ: Şikayet etmeyen insan, insan olamaz oğlum. Sadece şikayet eden de insan olamaz. Arafta yok olup giden de insan olamaz! Anı yaşayan bir hayvandan farkı yoktur onun! Kendisini dış etkilere teslim eden, beden konforu ve güç ile ayakta kalamaz. Bu, akla baş kaldırmaktır! Akıl her zaman öcünü alır. Akıl, akıllı olduğu için kendisine aykırı hareket edeni her zaman cezalandırır. Bunun için zaman harcamaz bile. - “Ol der ve olur.” - Aklın zamanı yoktur, zaman – vakit ondan ayrıdır - şeytani bir kavramdır ve akıl onu her zaman yener. – Gelecekten bir haber vermek gerekirse, yenmeye de devam edecek… Bu galibiyetin bir parçası olmak lazımdır. Aklın kendisi ezeli ve ebedidir. Onunla bağlantı kurmanın ve ondan haber almanın tek yolu aklı doğru çalıştırmaktır. Aklını kullanmayanlar büyük bir devri arafa sürüklerler ve kendileri de orada takılı kalırlar. Araf; zaman ve aklın arasında uçsuz bucaksız bir boşluktur. Tur! Ağla, damlaların birleşip örsün bu yangın zamanını İskender! Der!
Ne yapsa konuşamıyordu İskender. Git gide doluyordu ve taşmak üzere olduğunu hissediyordu. Burada, Farabi’yle sonsuza kadar kalmayı istedi, ama peşi sıra gelen Araf vesvesecisinin etkisinden sıyrılamadığı düşüncesi bunun imkansızlığını ve gitmek gerektiğini bildirdi.
FARABİ: Gitmek üzeresin. Sin. Biricik saadet bu yollarla oluşur. Şur. Dünyanı genişlet. Let. Akıl ve iradeden kopma. Ma. Onları doğru algıla, geçmiş ve gelecekte gezerek sonsuzluğa karış, bu bir ayağa kalkış. Kış! Kış!
Uyandı, uyuyakaldığı yerden etrafına şöyle bir baktı ve akışa tekrardan katıldı.
Oğuz AKINCI
*Zamanın ötesine çıkması sağlanmış, bunu başarmış, Büyük Akıl’a en çok yaklaşan en akıllımız, biricik peygamberimiz.
YORUMLAR