Her yerim sırılsıklam yürüyorum. Yürüyorum, yürüyorum ve her adımımda kaosun tuzu tatlı hale geliyor. Kana tövbe etmiş bir vampir gibiyim, gündüz vakti dışarı çıktım yürüyorum. Yok, ben yürümüyorum, yol altımdan geriye doğru akıyor. Almaz bir vampir değilim, zihnim sayesinde gece ve gündüze duyarsızım.
Bu hallere nerelerden geldik böyle? Vampir görsem ısıracağım günlerden tabii ki. Kanımla vampirlere meydan okuduğum o günlerden geliyorum. Adım Sabbah, Hayyam ya da Nizam. Ne fark eder? Matematik işlemi bilenler bu üçünü birbirine ular. Çünkü benim adım X. Ensemde dövmesi bile var.
Acilen kurulanmam gerek. Rüzgarın sağladığı toz bulutu beni kediye tutulan bir lazerin ilerleyişi gibi gösteriyor. Biraz da, ilkokulda dersten bunalıp, kağıdın altına koyulup kağıdın üzerinde kurşun kalemle izi çıkarılan büyük beş kuruş gibiyim. Halim harap, uçan halısı kaybolmuş Alaaddin gibiyim. Kim inşallah dememiştir?
Ben dedim ve duam kabul olundu. Allah'a saygı ve resmiyet içeren bir duam sayesinde Gönüllüler Kahvesi'nde yerimi buldum. Ulu Tanrı'ya yaklaşıp ettiğim dua şuydu: "Müminlerinizden son tahlilde memnun olabileceğinizi hesaba katarak size şunu sormak istiyorum: Acaba bizim onlardan memnuniyetsizliğimiz sizin gözünüzde bir rıza şekline bürünebilir mi? Yani yadırgamak istemiyorum ama insanların donanımında bazı eksikler bulduğumu düşünüyorum. Tabii ki ilahi görecelilik kanununa göre sisteme birkaç tane bug yüklemeniz şanınıza yakışır. Fakat diyorum, acaba bizim edeceğimiz dualarla bu donanım farkı bir fırsata dönüştürülebilir mi? Hem her şeyi baştan başlatmaya kadir olan yalnızca sizsiniz. Bunlar diyalektik kuruntular mı yoksa gerçekten aramızdaki farklar bizi gerçeğe götüren en kısa yol mu? İnsanların kurgulayacağı herhangi bir ahlak sistemi çökmeyebilir mi? Ne kadar kaçsam da yağmura yakalandım. Üstelik rüzgar da aleyhime esiyor. İlâhi yazgı da böyle bir şey mi? Bir hareket bahşedin ki ben de yağmura çamura rağmen yoluma devam edeyim. Size olan ve olacak olan her şey için çok teşekkür ederim.".
Ve iki kilometre kadar ilerde rastladığım Gönüllüler Kahvesi'nde, kahvenin önüne kovboyları at gibi bağlayan Alper, Kadir ve Ahmet'i gördüm. İçerde çay ocağına Hikmet dede ve Baha ağabey bakıyorlardı. Belki Resulullah bu durumu görseydi kovboyları öyle bağladıkları için Alper, Kadir ve Ahmet'e kızardı. Ben bu sahneye karışır ve Allah'ın Resulü'ne durumun ehemmiyetinden bahsetmeye çalışırdım. O da sanki bilmiyormuş gibi beni incitmeden yerli yerinde bir cevap verirdi. Kovboyları çözerdi ve bizi içeriye alırdı. Biz çaylarımızı içerken hayatımız boyunca unutamayacağımız bir şeylerden bahsederdi. Kovboylar gittikleri yerde, kahvede olanları anlatırlardı ve diplomatik kriz çıkmasın diye bizden gelecek adımı bekler ve razı olurlardı. Ama öyle olmadı, Alper, Kadir ve Ahmet'e ben de katıldım. Kendi yöntemlerimizle diplomatik bir savaş başlattık. Sonuç olarak yine galip geleceğimiz açıktı, ama napalım, biz töre sahibiydik ve yazgısal olarak yöntemlerimiz böyleydi.
Oğuz AKINCI
YORUMLAR