Doğa sanki sorumlu olduğu birisine karşı hesap veriyor gibi stresli. Her meridyen ve mevsim sanki periyodik bir şekilde açıklama yapar gibi sıra sıra teftişten geçiyor. Her bölgede 111 kilometre 4 dakika civarında bu hesaplaşma tamamlanıyor. Dönüş hızı görüşmenin rutin bir biçimi. Nem, yağmur öncesi ve güneşin tepe noktasında olması gibi durumlar bu stresi kanıtlıyor. Teftiş burada. En çok sıcak ve nemdir yağmurun ön hazırlığı. Yağmur yağması gerekiyor. Evren öyle bir yazılmış ki her hareketin birden fazla nedeni, birden fazla sonucu var. Sıcaktan içi boşalan bitki gövdelerine taşınacak suyu emanet edinenler var. Yani bu düzen gittikçe bozuluyor gibi görünse de her görevin bir taşıyıcısı var. Hiçbir kayıp yok, sadece yolun yönü değişiyor. Yol varsa yolcu da var. Yol varsa gidilecek bir yer de var. Bugün sıcak olan yarın soğuk olacak. Buradaysak, orada değiliz demektir. Oradaysak, bugün burada olduğumuz için kendimizi orada sayacağız. Gitmek gerekiyor, bugün olduğu sürece gidilebilecek çok yer var. Böyle bir zamanda 111 kilometreyi 4 dakikada geçmek, aşı zamanı sınıftan kaçan öğrencinin durumuna benziyor. Eninde sonunda yakalanırsınız ve kolunuzu deldirirsiniz.
O zamanlar bazı çocuklar vardı, ben onlardan biriydim. Aşı olunca arkadaşlarla beraber zıplamaya, kollarımızı bacaklarımızı sallamaya başlardık. Gerekçemiz aşının vücudumuza çabuk yayılmasını sağlamaktı. Sınıfa, dersle alakasız bir şey girdiğinde sevinirdik. Sağlık ocağı çalışanları ve yayın evlerinin çalışanları bunlardan ilk ikisiydi. Bir Ahmet amcamız vardı ki adam bizim için melek gibi bir varlıktı. Öğretmenimize bizim için küçük test kitapları satardı. Her gelişinde de sınıfa bir problem veya hayat bilgisi sorusu sorardı, bilene bir milyon verirdi, kağıt olandan. Gerçek "Kim Bir Milyon İster" yarışması işte buydu. Bir milyona sahip olmak demek, o zaman kantinden çok fazla çatapat alabilmek demekti. Eser miktarda barut ve uyumlu birkaç maddeden oluşan kırmızı noktaların sıralandığı kağıdı yere sürttüğünüzde patır patır kıvılcımlar ve sesler çıkar, görsel bir şölen sağlanırdı. Bu işlem bizim için çok önemliydi. Kağıdı yere sürter, çıkan sesleri ve kıvılcımları hayretler içinde izlerdik. Bazen barut elimizi, parmaklarımızı yakardı. Baruttan eli yananlar hemen yanan parmaklarına birer yara bandı yapıştırıp okulun kalabalık yerlerinde bantlı parmaklarını göstere göstere mağrur bir şekilde gezerlerdi.
Bazı çocuklar vardı, sürekli ağlayan, sebepsiz yere kavga eden, birbirine lakap takan... Ahmet amcanın soruyla birlikte teklif ettiği bir milyonu kazanabilmek için akşamları ödevleri bitince ekstradan hayat bilgisi çalıştıklarından emin olduğum çocuklar vardı. Aşıdan kaçanlar, bir milyonu kapmaya çalışanlar, parmaklarını yakanlar, en önde oturup "öretmeni" taklit edenler, gülenler, ağlayanlar, altlarına işeyenler, altlarına işeyenlere üzülenler, altlarına işeyenlerle dalga geçenler... Benim de türlü tepkilere maruz kaldığım bir anım var. Dedemle babaannem hacdan döndüklerinde eve bir hafta boyunca sürekli misafir gelmişti. Neredeyse her cümlenin içinde "hacı" kelimesi geçiyordu. O günlerden birinde sınıfta öğretmenime hitap ederken yanlışlıkla "Hacı!" demiştim. Öğretmenim de sınıfla birlikte güldükten sonra "Daha nasip olmadı." demişti. Hocamın matematiği çok iyiydi. Matematik yarışmalarına öğrenciler hazırlar, kendisi de kendi düzeyinde yarışmalara katılırdı, özel çalışmaları vardı. Yani hacca gitmiş kadar olmuştu bence.
Bu çocuklar o zaman ne yapıyorlarsa, şimdi de 111 kilometre 4 dakika içerisinde evrene karşı aynı tavrı alıyorlar. Kimisi sıcakların sadece mevsimsel olduğunu düşünüyor, kimisi kışı iple çekiyor, kimisi bunun bir hesap verme zamanı olduğunun farkında, kimisi sıcaktan dolayı yerinden kalkamıyor. Bense bunları düşünüp kırktan fazla derecedeki sıcağı böyle değerlendiriyorum. Dikkat ediyorum bir yandan, 111 kilometre 4 dakikaya en yüksek uyumu sağlayarak çatapatta olduğu gibi sıcağa elimi yaktırmamaya çalışıyorum.
Oğuz AKINCI
YORUMLAR