Oğuz Akıncı

Oğuz Akıncı


Dinlenme Tesisi Soğuğu ve Hz. Adem Diyalektiği

18 Kasım 2021 - 17:54

”Lavabo mermeri kirli değildir, kendi özelliğidir.” -Dinlenme tesisinin lavabosunda yazan yazı- Yahu bu açıklamayı neden yapıyorsun? Dikkatli bakınca kirli olmadığı açık zaten… Biz müşteri olabiliriz ama mermerci değiliz ki… Jeoloji ya da maden mühendisi filan hiç değiliz. Bunu niye takalım kafamıza? Sadece, elimizi yüzümüzü yıkamak için on senede bir kere göreceğimiz işletmenize uğrayan yolcularız o kadar. Zaten mekanınızın belli bir kalite standartı var, ona göre içerdeki lavabolarınızın temizlik oranı yemek servis ettiğiniz yerin temizliğiyle iki aşağı bir yukarı aynı oranda olacak. Kocaman dinlenme tesisinin girişine de şöyle yazın o zaman: “İçeriye giren soğuk havadan Mikail adlı melek sorumludur bizimle alakası yoktur, biz tedbiri bu kadar aldık.”. Neden orada öyle bir yazı yok? Soğuk havayla alakalı çok fazla şikayet yok da ondan. Lavaboda böyle enine de ölçtüğümüzde aşağılık fobisi, boyuna da ölçtüğümüzde aşağılık fobisi verileri aldığımız bir yazı asılı, çünkü, bununla alakalı şikayet var demeyeceğim. O kadar şikayet olsa mekanın sahibi enine ve boyuna ölçtüğümde çok da büyük olmayan bu mermeri kırdırır yerine kirli göstermeyen yenisini taktırırdı.

Bir de şimdi kahvehanelerde böyle şeyler konuşuluyor. Adam anlatıyor da anlatıyor… Abi bi dur… Bana ne senin kurbanda eti nasıl çektirdiğinden. Ben sana ibadetlerimle ilgili bir şey anlatıyor muyum? “Fikret, geçen secdeye mi indim, şeytana künde mi attım, valla hiç fark yoktu.”. Yok mu yani konuşacak başka şey. Yok. Tamam da niye hala sırtımız yerde bizim Fikret ağabey, nereye kadar gidecek böyle? Fikret abi boş boş bakıyor, bakışları bir an için üçte iki oranında doluyor, “Sırtımız yerde ama daha paçayı kaptırmadık.” gibi üst perdeden felsefi bir cümle kursun istiyorum ama sonra lafa girip romantik beklentilerimi gebertiyor: “Sigaraya da zam geldi.”. Susuyor. “Bırak abi onu zaten, kondisyona ters.” diyeceğim, kurban etlerinin üstüne böyle bir kelime kullanırsam ben buradan ayrıldıktan sonra arkamdan ana avrat söverler… En iyisi çayı içip gideyim, çay ve tütünden sonra başladı zaten bu orta sınıfın gevezeleşmesi…

Çay ve tütünü mü kaldırmak lazım? No. Orta sınıfı mı kaldırmak lazım? Keine. Kahvehaneleri kapatsak? La. Ben hiç konuşmayayım? Namümkün. Kulaklarımı tıkayayım? Japonca hayır. Cem Yılmaz diyor ya: “On bin tane bardak siliyorsun, hep aynı şeyi yapınca bi aydınlanma geliyor; haaaaaaaaa, anladıııııııım.” Evet, anladım; duruşu değiştirmek lazım. İşte buna dünyanın bütün bildiği ve bilmediği dilleriyle evet.

Duruş ki; İnsan’ı diğer tüm canlılardan ayıran tek şeydir bana göre. Şimdiye kadar akıl dediler hep! Yalan söylediler yalan! (Burada içine düştüğüm ihtiras yüzünden bu yazıya iki gün ara vermişim gibi davranalım.)

İki gün sonraymış gibi devam: Aklımızı kullanmazsak yeme, içme, çiftleşme, barınma gibi yaşam gereklerimiz aynı olan hayvanlardan pek farkımız olmaz, doğru. Ama neden böyle bir dayatma var ki? Ben mi yanlış anlıyorum acaba? Ben düşünmeye vakit ayırmayan ve hayatla akli münasebetleri olmayan sevdiklerime hayvandan farksız demek istemiyorum. Bu yüzden aklın da içine gireceği daha yüksek bir kavram inşa etmeli ve içini doldurmalıyız. Böylece insanları hayvan olmakla değil de psikolojilerinin bozulmasıyla tehdit edebiliriz. Akılsızlık hayvanlaştırır, Duruşsuzluk yaşam frekanslarını bozar.

“Aklını kullanmıyor.” diye bir şey de yok üstelik, “Duruşu bozuk.” var. Öğrendiğimiz ilk insan modelini tahayyül edelim… Bize göre Hz. Adem’dir. Bu konu çok önemli… Adem Babamız ilk insan değildir. Aynı zamanda ilk insandır. Bilimsel terimlere girmeden basitçe ifade edelim: İlk insan ilk Duruş'u gösterendir. Yani Sosyal’i kuran kişidir. Ondan öncekiler de diğer varlıklardan farklı olarak bir insandı. Yaşamak için yaşatmayandı. Ancak yedirmeyerek yiyebilirdi, paylaşıyordu belki de, ama hep bir sıkıntı vardı kapıda. Bu yüzden insanı insan yapan akıl değil Duruş’tur. İnsan kapıdaki sıkıntıya önlem almakla insanlığı başlattı. İlahi maraton böyle devreye girdi. İyi, kötü, aile, günah, sevap, komşu, iş, iş arkadaşı, paylaşım, görev, görev dağılımı gibi kavramlar insanlıkla (Hz. Adem) birlikte ortaya çıktı. Tekrar hatırlatma: Bu kavramların gerçekte düzgünce uygulanıp zararın en aza indirilebilmesi için Duruş sahibi olmak gerekir.

Birey aklını kullanmazsa hayvandan farkı olmaz ama Duruş'u olmazsa psikolojisi bozulur. Bozulmasa bile etkilenir ki bu da bozulmaya kadar götürür. Unutmayalım bizi diğer varlıklardan ayıran en önemli şey birbirimizi uzun dönemde etkileyebiliyor olmamızdır. En kıymetlimiz olan aklımızı sağlıklı tutmalıyız. Bunun için de sosyal yaşam içinde durduğumuz noktayı kendimize en uygun yerden seçmeli ve yaşamak sanatını mükemmel icra etmeliyiz. Ben Fero diyor ya: Biladerim için, zencilerim için, kardeşler için… O hesap.

Hayvanların da psikolojik rahatsızlık geçirebildiğini biliyoruz, öyleyse Duruş'un bozuk olması bundan çok daha tehlikeli bir şey. Bırakalım artık masum hayvanlarla tehdit etmeyi de, insanın kendi içindeki vahşiyi önlemesinin tek yolu akıl ve duruş sahibi olmasıdır diyelim de duruş göstermezse vahşileşip her an zarar görebileceği tehdidini savuralım. Ve hemen şimdi karşımızda ne varsa ona bir Klas Duruş gösterelim.

Otuz iki dişimin otuzuyla güldüğüm bu olayı tabii ki kalan iki dişimle kaçmasın diye tutuyorum. Duruş gereği, anlarsınız ya. Tesis sahibi için, Fikret abi için!
Oğuz AKINCI

YORUMLAR

  • 0 Yorum