Ne acayip ki tek bir insan ömrü bütün bilgiyi öğrenmeye yetmiyor. Gittikçe çeşitlenen ve sonsuzluğuna sonsuzluk katan boyutlardan bahsedebiliyorsak onların az çok farkındayız demektir. O mekanları merak etmeyenler şöyle bir yana dursun, merak eden bizler oralara nasıl ulaşabiliriz? Buna ulaşmaya şimdiki seviyemiz yeter mi, ulaşsak oralarda ne yapacağımızı kestirebiliyor muyuz? Bu mekanları ne için kullanacağız? Sadece hak edebilenler gidecek, tamam. Peki günü gelince hak etmeyenler, bu bilgileri kötüye kullanacaklar da oralara ulaşabilecekler mi? Mücadele hep mi olacak? Zeki Müren de bizi görecek mi? Bu sorular uzayıp giderken, hala oturduğumuz yerdeyiz, burdayız işte. Ne olduğunu arıyoruz, ulaştığımız bilgiler de buradaki üretimimizi devam ettiriyor, bu da yaşamın sürdürülebilmesi demek oluyor. Varoluşun ilk aşamalarından şu ana kadar gelen bütün her şey bir üst arayış sayesinde oldu. Mevzu Mars’a gitmek değil, Mars’a ulaşacak teknolojiye sahip olmak diyerek örnekleyebiliriz.
Bir keresinde sabah uyanır uyanmaz kendimi o kadar çok her şeyi çözmüş gibi hissettim ki heyecanla ağabeyimi uyandırmaya çalıştım. Tabii uyandığında hiçbir şey söyleyemedim. Bu trajedi üzerine ağabeyime “Bu düşünceler aklıma ilk geldiğinde anlatabilseydim, neyin ne olduğunu söyleyecektim sana.” dedim, bayağı güldük. İşin enteresan yanı da bu, insan uykusundayken ya da yeni uyanmışken çok değerli bilgiler elde edebiliyor. Psikolojide böyle bir tanım var. Zihin bilgi üretimini en rahat olduğu anda yapar. Uyku anı ve yeni uyanılan an zihnin en rahat olduğu anlardandır. Dolayısıyla geceleri uyurken aklımıza müthiş fikirler, mesela aşırı komik espriler gelir, öyle ki ulaştırdığı doyum yeniden uykuya dalmamızı sağlar. Rüyaların da bununla bir ilgisi olsa gerek. Göreceğimiz rüyaları hayal gücü kapasitemizin sınırlarını çizen bilinç dışımız belirliyor olabilir. Hatta, uyku ölümün sık sık tekrarlanan bir antrenmanı olabilir. Rüyalar ve uyku anında kurulan dengeler ölümden sonra bilinçdışımızın temizliğine ve gelişmişliğine göre kurulacak ahiret hesabının bir tür ön gösterimi olabilir.
Uyku ve ölümün benzerliğinden söz etmeden önce ruh ve bilinci inceleyelim. Bilgi, kavramların bilinç seviyesinde bir araya getirilip bilinçaltında fırınlanmasıyla oluşur. İsteyerek bilgi üretimi yapabiliriz, ancak bu üretim çoğu zaman bilinçaltında yapılır ve dediğimiz gibi rahatlama anında gelir ya da geldiği andan sonra zihni rahatlatır. Bu kişiden kişiye değişiklik gösterebilir. Ben bazen üretim yaptıktan sonra zihnimin rahatladığını hissediyorum. Yazı yazdıktan sonra okumak, uyanır uyanmaz yazmak ya da uyanır uyanmaz okumak gibi... Böylece zamanı ve bilgiyi daha işlevsel kullandığımı düşünüyorum. Yine de tek bir insan ömrünü her şeyi öğrenmeye, üretmeye, anlamaya ve anlatmaya yetiremiyor. İnsan-ı kamil fikri burada devreye giriyor ve mantıklı hale geliyor. Düşünebildiğimiz her şey bir gün var olabilir. Düşüncemiz, zeka kapasitemiz kadardır ve bundan tam anlamıyla sorumluyuz. Yeni yollar açmayı, gelişmeyi sağlayan düşünme eylemi geleceği hazırlar. Bu yüzden düşük zekalı olmak ahlaki bir problemdir.
Ruh denilen şeyin bilinçle mutlaka bir alakası olmalı. Ruh dediğimiz zaman zihinde bir görsel, ses, koku, tat, doku ya da herhangi bir kavram oluşmaz. Bu bile tek başına bilinçdışının ta kendisinin ruh olduğunun kanıtı olabilir. Ruh denilince bilinçte bütün her şeyimiz, hareketimiz hissedilir. Madde ile bağlantısı olduğu söylenerek tanımlanmaya en yakın kavram bilinçdışıdır. O halde ruha bilinçdışı demek istiyorum. Bu bilgi eğer yanlışsa, boyut değiştirmenin şimdilik tek şartı olan insan-ı kamil’e yanlış bir bilgi göndererek yolumuzu uzatmış oluyorum. Eğer doğruysa gireceğimiz boyutta çaylar benden.
Peki boyutlar değiştiği zaman tek bir son mu hepsini kapsayacak, yoksa her birinin sonu ayrı ayrı mı olacak? İki boyut arasında geçiş sağlamak için bir alet mi kullanılacak? Alet şimdi bulunduğumuz boyutta geçerliyken diğer boyutta çalışacak mı? Bunu anlamak için iki boyuta da hakim olmak gerekiyor. Michio Kaku: “Bir fizikçinin atomları açıklamaya çalışması, fizikçiyi atomlar oluşturduğu için atomların kendi kendisini açıklamaya çalışmasıdır.” diyor. Atomlar, kendi aralarında hiyerarşik olarak bölünüyor olsa gerek. Yere bastığımızda ayağımızla yeryüzü arasında kalan atomlarla, bilincimizin işlemesini sağlayan parçalar aynı olmasa gerek. Bu ikilinin benzer ama farklı oluşu gibi, zihnimizde dönen mevzuların daha üst modellerini başka boyutlarda hayal edebiliriz. Algıladığımız atomların başka bir boyuta aynen geçişinin mümkün olması için üst seviyenin bizim seviyemize indirgenmesi ya da var olanı o seviyeye çıkarmak gerekiyor. Aksi halde boyut değiştirildiği zaman herhangi bir iletişim söz konusu olmayabilir. Ayağımızın altındaki atomların belki bizden haberi vardır ama sonuçta orda bizimle iletişim kuracak bir varlıkla karşılaşmış değiliz. Aynı şekilde misalen daha üst bir boyutun ayağının bastığı yerle ayağı arasında olan bir boyutta olabiliriz. Kuantum fiziğine göre bir bütünün parçası olan şey bütünü açıklayamaz, anlamlandırmak için bütünün dışına çıkması gerekir. Kişinin kendisine dışarıdan bakarak kendisini anlamlandırması ve düzeltmesi buna benziyor değil mi?
Frekanslarımızın değişmesinin yolu sağlam ve gerçek bilgilerle oluşturulmuş yeni bir kavmin kusursuz tekniğini ortaya koymasından geçiyor olabilir. Hassas ayarlardan bahsediyoruz, her şeye dikkat etmek gerekiyor. Bireysel anlamda bir geçiş için yolumuz daha çok uzun… Zaten bilgi sonsuz kere artıp her varlık gücünü maksimuma dayadığı anda kıyamet kopacak gibi gözüküyor. Hadiseler bu seviyeye gelene dek mücadele etmek gerekiyor. Belki kendimizle, belki başka boyutlarda karşılaşacağımız engellerle... Aslolan mücadele gibime geliyor.
Oğuz AKINCI
YORUMLAR