Oğuz Akıncı

Oğuz Akıncı


Agarta Günlükleri

18 Kasım 2021 - 17:48

İlk vuranın kazanacağını söyleyenler, bilmeyenlerdir. İlk vurmayanın kazanacağını söyleyenler de çok bilmişlerdir. Nasıl vurulması gerektiğini bilenler, siz kanasın sesini duymadan ortadan kaybolurlar zaten.

Ağzımızı okulun musluğuna dayamış sularımızı ziftleniyorduk, milli beka diye bir şey duysaydık onu söyleyeni küfür ede ede uzaklaştırırdık oradan, o kadar çocuktuk. Midemizdeki su bakiyesiyle ilgileniyorduk o anda. Çünkü akşama teravih vardı ve bizler akşama kadar top oynayıp yakıtımızı bitirdiğimiz için akşama enerji depolamalıydık. Uzun ve çetin bir gece olacaktı, yan mahalledeki elemanlarla hesaplaşabilirdik. - Bu hesaba katılmalıydı.- Gece uzun ve çetin olacaktı çünkü teravih çok uzun sürer, o süre içinde devlet kurup devlet yıkabilirsiniz, borsa çökebilir, birkaç yüz bin kişi öldürülebilir, yan mahallenin çetesi bizim mekanı ele geçirebilirdi. Kusana kadar su içtik. Sonra dokuz kişilik tayfamızı grup grup böldük. Ne de olsa bir strateji gerekirdi, yan mahalledekiler zamanında doğudan buralara göçmüş-kaçmış ailelerin burada doğan çocuklarıydı. Haliyle coğrafya ve genetiklerinin kaderlerindeki etkisi onları karman çorman bir hale getirmişti. Bunlar dağ keçisi gibiydi, bizler şehrin elit köpekleri gibiydik, hatırlıyorum, gözümde hep böyle canlanırdı bunlar. Bu xırbolar çok güçlülerdi, güçlü olmalarından ziyade sınırsız bir özgüvenleri vardı. Çekinirdik onlardan. Ama içten içe bilirdik ki bu haydutları alt edecek nitelikte olan, cevherlerinde aslan kokusu olan çocuklardık. Onlar geçtikleri yere çakal kokusu bırakırlardı, bizim uğradığımız yerlerde aslan kokusu kalırdı. Bu yüzden bunlar bizimle asla meşru yollardan mücadeleye girişmezlerdi. Zaten fiziki özellikleri yetmezdi bize. Kimisi çarpık bacaklı, kiminin bir gözü doğuya diğeri kuzey batıya bakar, kimisi çift başlıydı. Birkaç kez mahalle maçı yaptık, bizim takım harikaydı. Yani, buraların Barcelonası değildik belki ama evinde hiç kaybetmeyen ve çoğu zaman şampiyonlar liginde nice takımlara korku salan Juventus gibi dimdik ayaktaydık. Yakın mahallelerle oluşturduğumuz, yani kendiliğinden oluşan, skorların bir yere yazılmadığı ama oyuna katılan herkesin ezbere bildiği sonuçlarda hep başı çekerdik. Sonra, sadece futbolda değil, diğer mücadele alanlarında da kök söktürürdük bu xırbolara. İnşaatlardan aşırdığımız küçük lacivert su borularıyla devrin en gelişmiş mahalle tüfeklerini tasarlardık. Benim babalık askeriyeden emekli olduğu için her türlü savaş teçhizatı yapımını ben takip ederdim. Baskın yapılacaksa ekip koordinasyonu bende olurdu, mahalleyi savunacaksak askerleri ben mevzilendirirdim. Bizim tayfanın en uzunu olan Semih’in babası kırtasiyeci olduğu için mermi tedariğini semihten yapardık. O A4 kağıtlarını asla unutamam, ”tüf” diye attığımız zaman kanas gibi ses çıkarırdı. Xırbolar en çok benden korkarlardı, attığımı avlardım çünkü. Gerçi biraz zorlanırdım. Ama hiç çaktırmazdım. Kararsız bir çocuktum hep, mesela malum çift başlı xırbonun hangi kafasını vursam diye karar verene kadar kaçardı pislik. Sonra çarpık bacaklıya dönerdim, Apokalipto filmindeki gibi zikzak çizerdi istemeden, vuramazdım. En son grubun baş elemanını vururdum, olay orda çözülürdü. Sedat… Herif o kadar pis bir şeydi ki, kelimelerle anlatırsam temiz gözükür diye korkuyorum. Grubun başı Sedat gibi gözükürdü. Gerçi bunlar çakal ruhlu oldukları için aralarındaki hiyerarşi en ufak anlaşmazlıkta bozulurdu. O yüzden koalisyon gibi bir şeydi bunlar. Yani ekibin başına bazen Volkan geçerdi, bazen çift başlı geçerdi, ismini hala hatırlamıyorum, Mustafa mıydı, Mert miydi neydi...

Gelelim bizim gruba, Alihan’la ben hiç anlaşamazdık, babası polisti onun, her şeyi yapmaya hakkı varmış gibi davranırdı. Yapardı da. Bizim tayfa aslında onu çok sevmezdi ama belli etmezdik. Yok ikiyüzlülük yapmazdık asla, ama masum bir gerizekalılığı vardı Alihan’ın, hani bir şey diyemiyorduk. Zaten böyleleri etkisiz elemandır, şöyle bir gıcık olup geçersiniz o kadar. İcraat yoktur yani onda. Biz de stratejimizde en iyi şekilde kullanırdık Alihan’ı. Zaten içimizden birisi olma arzusu onu muhteşem bir militan yapmıştı her zaman. Çocuk olmak, biraz da militan olmaktır. Yaşlandıkça eylem cesaretinizi kaybedersiniz, bu yüzden ölüyor olabiliriz bak, şimdi düşündüm. Neyse, Alihan’ı dönüştürebildiğimiz kadar dönüştürdük. Gerçek böyledir, birisi bir gruba sonradan dahil olduğu zaman o grubun potansiyel niteliklerini kodlamaya başlar zihnine, ister istemez. Gruptan ayrıldığı anda kaybolur bu yetenekler. O yüzden sonradan katılan her zaman aşağılanır ilk başta. Ne yapsa beğenilmez, hiçbir şeyi hak etmediği düşünülür. Hak etmez de zaten. Bu zamana kadar, tayfa bu seviyeye getirilene kadar neredeydin sen? Polis lojmanlarında kıçını büyüttün. Süt kuzusu. Biraz acımasız olabilirim, tamam. Ama mahalleyi savunacaksanız böyle olmak zorundasınızdır. Duygularından arındırılmış birkaç adam, milyonlarca duygusalı mat edebilir. Biz de her zaman böyleydik, mahalle maçı yaparken bile o kadar heyecanın içinde hiç konuşmazdık, bilirdik ne yapmamız gerektiğini.

Grup dağılımı yaparken Alihan’ı ben aldım. Bu akşam kritik bir akşamdı, dengeli hareket etmek zorundayık. O yüzden grubun en güçlüsü ben olduğumdan, Alihan’ı seçtim. Semih’le İsmail’i, (İsmail en kısamız olduğu için), Osman’la Fatih’i, (Osman en cesurumuzdur, lazdır, laz damarı vardır, yürümeye başlamadan gerçek tabancayla ateş ettiğini söylerler, Fatihse en entelektüelimiz ve naifimizdi, tabii o zamanlar entelektüel ve ince ruhlu demek yerine inek derdik, arada bir kafasına tokat atardık) grupladım. Kaan’la da Emirhan’ı (Kaan hiç konuşmazdı, biliyorum, hiç konuşmamasının sebebi dudağının sağ üst tarafındaki kalın ben lekesiydi, Emirhansa tam tersine çok konuşurdu, hiperaktif, maymun gibi, değişik bir çocuktu, kafası sürekli işin dalgasındaydı) bir gruba aldım. En sona Hasan’ı bilerek bıraktım, Hasan tamamen vasıfsızdı, gereksiz özgüveniyle düşman xırbolara çok benzerdi, hatta her zaman onlardan birisi olabilecek hainliğe sahip olduğunu da düşünürdük, ama çok durmazdık bu düşüncenin üstünde, eleman o kadar vasıfsızdı ki yapamazdı böyle bir şey. Hasan’ı gözcü olması için caminin avlusuna önden salacaktık. Böylece xırboların dikkatini kolay lokmamızla çekecektik. Ben ve Alihan namaz kılıyormuş gibi arka saflarda duracaktık, Osman ve Fatih’i ilk ağır darbeyi indirmek üzere şadırvanın arka tarafına konumlandırdık çünkü Osman gerçekten güçlü ve atikti. Fatih’in aklıyla birleştiği zaman xırboların cesaretini ağır kıracaktık. Kaan hızlı koştuğu için caminin karşı tarafında duruyordu, Emirhan dayak yiyen xırboların dikkatini başka yere çekmek için avlunun diğer tarafında gözükecek, ekstra bir şey yapmayacaktı, doğal davranacaktı sadece, sonra Kaan’a seslenecekti. Kaan oraya koşarken çay ocağında dedesiyle oturan Semih’e işaret yapacaktı, Semih uzun boyuyla heybetli bir şekilde olaya giriş yaptığı anda İsmail kısa boyuyla gözükmeyerek xırboların bacaklarına çalışacaktı. Paketleme işini Alihan ve ben yapacaktık. Böylece hain xırbolara mahallemize girmektense cehenneme gitmelerinin daha iyi bir seçim olduğunu iliklerine kadar hissettirecektik.

Yatsı ezanı okunmak üzereydi, analarımızın duasını almak ve ezan biterken okulun bahçesinde buluşmak üzere evlerimize dağıldık.
Oğuz AKINCI

YORUMLAR

  • 0 Yorum