Hafif kısık bir ekran, gördüğüm şey rengarenk ama tam seçemiyorum. Tekrar gözlerim kısılıyor, varlığımı hissettiren tek şey neredeyse her sabah tekrar eden durum: Kalbimin hızlı bir şekilde atması. Hızlı, sert. Tek başına sanki başlamadan biten günüm için oluşturulmuş cümlenin yüklemi gibi. Neler olacağı az çok belli. Günün sadece ne türden manipülasyonlara uğrayacağı belirsiz. Gerçi alınacak önlemlerle birlikte gidilecek sonuçlar ihtimaller dahilinde öngörülebilir. Kalp çarpıntısı...Tatsız bir durum ama, yaşadığını fark etmenin de en basit ve en özel yolu. Nereden baktığınıza bağlı.
Gözlerim tekrar kısılırken zihnimde dönüp dolaşan ve ayak parmak uçlarımdan tekrar karnıma doğru dönüş hissiyatı veren o cümle: "Ay Carmela, Ay Carmela!" ve eşliğinde belli belirsiz, ama zihnimi temizlediği kesin olan mermi sesleri... Tekrar görebilir miyim o rüyayı? Sanmam, zihnim açıldı artık, uyandığını fark etti, kitapları gördü rengarenk. İşin kötüsü bazı şeyler vardı uyanmamı destekleyen: Alt komşumuz İskender ve şürekası mesela. İskender'in doğal seçilime karşı aldığı birtakım önlemler, hepsi bu. Ben olayı kendime göre en kabullenilebilir ve en entelektüel şekilde böyle açıklıyorum. Hamurundaki aşırı korunmacı ve korkak atalarından miras kalan genlerinin oluşturduğu kalıbı ve yetiştiği mücadeleci mahallede aldığı şekiller... Bir başkasının açıklamasına göre "Ne kelleli adam!". Bir başkasına göre mahallenin abisi, kimine göre mafya, kimine göre itin uğursuzun önde gideni. Her neyse, benim uyanmamı sağlayan bütün bunlar değil tabii ki. Bunlar sadece benim onları "açıklayabilmemi" ve onlardan hissettiğim tehlikenin üstesinden gelebilmemi sağlayan, akıllıca gösterdiğim duruşlar.
Kalp çarpıntıma işaret eden şey İskender ve şürekasının deşarj olma yöntemlerinden sadece birisi olan Zeus ve Hera ikilisi... Hera daha 3 aylık ama neredeyse iyi bir haltercinin bacaklarına eşit gövdesi var. Zeus'u anlatmaya gerek yok sanırım. Ama yine de bu acayip varlıktan kısaca bahsetme ihtiyacı duyuyorum. Hristiyan öğretisindeki Lucifer'ın lanetli köpeğine tek atabilecek derecede dehşet bir varlık. Tekrarla ve ısrarla gelen çatırtı seslerinin ondan geldiğine eminim. Çünkü kafamı penceremden en son çıkartıp baktığımda Zeus, apartman sahibi Aylin teyzenin İran cinsli kedisi Maya'yı yiyordu. Herif zalim, tüylü, çirkin demeden lokmasına bakıyor. Bugün de avladığı bir kumruyu, bir sokak tekirini ya da çöp diye oraya bırakılmış olan bir tahta parçasını canlı zannedip yiyor olabilir. Olabilir çünkü bir keresinde şahit olduğum üzere, sakinleşsin diye İskender'in şürekasından birkaç genç, çektikleri kubar dolu cigaranın dumanını Zeus'un yüzüne üflüyorlardı. Mahallenin farklı canlı parçalarıyla beslenen ve cigarayla harmanlanan bu dehşetli varlık, hayal gücünü salıvermiş olabilirdi. Olabilirdi...
Bunları her sabah düşünmem ama, gördüğüm rüya benim de hayal gücümü arşa çıkarmış olabilirdi. Ya da arşa çıkmamı sağlayan şey ismini tekrarlamaktan bıktığım İ ve Şü'nün geceleyin kurdukları ortamdan yükselen ve pencerelerinden süzülüp penceremden içeri sızan cigara dumanı olabilirdi. Tabii ki rüyayı görmemi sağlayan bilinçaltı birikimimle gurur duyabilirim. Gittiğim şarkı yarışmasında üstümüze mermi yağıyor! Acaba hangi patolojik durumumun yansımasıydı bu, merak etmiyor değilim.
Ben olabildiğince iyi kitaplar okudum -evet kitabın iyisi kötüsü vardır- ve kitaplığımda biriktirdim, gözlerim kan çanağına dönene kadar filmler, belgeseller izledim, hepsi harikaydı -evet bu film eleştirmenlerine ihtiyacımız olmadığını gösteriyor- ve ukulelesinden tutun ut'una kadar (bilindik) telli çalgıların neredeyse tamamını öğrenip hepsiyle olmasa da büyük çoğunluğuyla -ki bu tam olarak 14 tane tezeneli ve yaylı telli çalgı demek- bazıları doğaçlama da olsa, yazılı, anlamlı eserler verebilecek ölçüde çalmayı, icra etmeyi, haykırmayı, bazen Kakafoniks gibi baş ağrıtmayı, bazen Karacaoğlan gibi kalp sızlatmayı öğrendim. Ve evet, sanat ve müzik eleştirmenlerine gerek varsa, ben onların başında geliyorum. Filmin ise sanat olup olmadığı konusunu sabaha kadar tartışabiliriz.
İçeride, her sabah yerel saatler 09.00'ı gösterdiğinde çalışan elektrikli süpürge sesi, açılan gözlerimi bugün bir daha kapanmamak üzere sabitlememe etki eden ikinci sebep. İskender! Biz de bedeller ödüyoruz... Otuz üç yaşında hala annesinin yanında yaşayan bir adamdan daha çok bedel ödediğini iddia eden varsa, alayına siyah smokin benden, yakışır! Cenaze törenlerinde yakınlarına giydirmek için...
Bir de bahar havası var sormayın. Acil mutfağa gidip atıştırdığım zeytin-peynir-ekmek triosunun üzerine odaya çekilip, pardon gemisini terk etmeyerek ölmüş ama cesedi bulunup yüksek saygıyla ve övgüyle gömülmüş bir kaptan gibi odama gömülüp, çalışmalarıma bakacağım.
Tam odama çekilirken günlük rutin ev temizliğini bitiren annemi kafesteki kuşuyla konuşurken görüyorum. Pardon. Kuş susmuş, annemi dinliyor. Annem babacıklardan girip Beşiktaş'tan çıkıyor, garip öpücük sesleri ve saklı ormanlarda bile görüp duyamayacağınız cinsten eşsiz kuş sesleri çıkartıyor. Anne, lütfen. Bırak kuş ötsün. Bırak, tabiatını yaşasın. Ne yapalım, her anne gibi o da evdeki ideal komün hayallerinin altında yatan faşisti böyle durumlarda ortaya çıkarıyor.
Eh ikinci anlamıyla "ideal" bir sabah. Mutlaka bir terslik çıkacak. En ideal şeylerin içinde bile terslikler olabilir. Hazırlanması gereken bir sunumum var. Bektaşî derneğinde yapılacak programda, sazlı törenin ardından kısa bir sunum. "Kavimlerin oluşum aşamalarında şekillenen ulusal değerler ve ahlakın evrenselliği" hakkında. Okunacak kaynakları tamamlamıştım, şimdi sadece üniversiteden birkaç akademisyenle görüşmem kaldı. Onlar da bugün öğleden sonra halledilir diye düşünüyorum.
Annem içeri geliyor ve kuşla konuşurken yaptığı gibi şakıyarak: "Oğlum posta kutusunda bu vardı." diyor. Üstünde ismim yazan bir zarf, içinden çıkan bir davet, ufak bir kağıttan not: "Yarışmamızda sizi aramızda mutlaka görmek istiyoruz Altay Bey - Program Sunucusu Siyah Sahi" ve programın broşürü: "AKDENİZ SESİNİ ARIYOR!".
Oğuz AKINCI
YORUMLAR