Doğru cevabı bulmak için doğru sormak gerekir derler. Doğrudur. Sorulan sorunun içeriği, kalitesi, cevapla olan ilişkisi, doğuracağı cevaplar silsilesi, başvuracağı başka konu ve kaynaklar hepsi doğru cevapla ilişkilidir.
Soru ile olan münasebetimiz elest bezminde başlıyor aslında. “Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?” sorusu hakikat için ciddi bir kıstas. Allah, kendisinin Rab’lığını ve bizim kendisine olan inancımızı yine bize soru sorarak teyit ettiriyor. O zaman burada bir durup düşünmek gerek.
İşin bu kısmında akıl yine devreye giriyor. Kalbi ikna için ve bu durumu kavramak için akla ve o akılla mutmain bir inanca ihtiyaç duyuluyor. İman ettiğimiz Allah’ı bilmek için soru sormak gerekiyorsa O’nun yarattığı her şeye dair algımızı soru ile yönlendirmek zorundayız. Sorduğumuz soru ne kadar iyi ise Allah’ı anlamamız da o derece iyi olacaktır. Zaten Allah’ın yarattığı ilimlerin çoğu soru ile keşfedilmemiş midir?
Bir şeyleri anlamak için insanlık mücadele vermeseydi bugün hangi ilimlerden bahsedebilirdik? Merak ve ardından gelen sorular olmasaydı astronomi bilgisi ne durumda olurdu? Aynı şekilde insanın biyolojik ve de fizyolojik özellikleri bilinmek istenmese, bu konularda sorular sorulmasa insanlık hangi aşamada olurdu? Bu kainat, evren sonsuz ise ve yaratma eylemi sürekli devam ediyorsa daha sorulacak çok soru vardır diye düşünüyorum.
Kur’an’ın “Akıl etmez misiniz?”, “İbret almaz mısınız?”, “Düşünmez misiniz?” soruları da pekala bunları destekler nitelikte. Kanaatimiz: İnsan, ömrü miktarınca sormak, sorgulamak, anlamaya çalışmak zorundadır. Aksi halde bu dünya adına bir çok şeyden mahrum kalıp ömrünü o şekilde tamamlayabilir.
Nuri N. DOKUZOĞLU 24.12.2018 (Proje 99)
YORUMLAR