Özgürlük dediğimiz kavram, tanım olarak neliği belli olsa da boyutu her zaman tartışmalıdır. Bu, kültür, refah seviyesi gibi anlayışlara göre değişiklik gösterebilir. Nitekim birçok filozof bunun üzerine tartışma yapmış, eserler ortaya koymuştur.
Özgürlüğün sosyolojik, felsefi ve kültürel boyutu tartışılabilir. Fakat bütün bunlardan farklı olarak, özgürlük dediğimiz durumun bir boyutunu doğrudan kendimizin belirlediğini düşünüyorum. Ne demek istiyorum? Şöyle ki; bizler aklı başında bireyler olarak, verilen cüz-i irade çerçevesinde özgürce hareket edebiliyoruz. Bu, yapılan fiillerin hesabı noktasında da bizim tercihlerimiz noktasında da ciddi avantaj demektir. Peki bunun hayatımıza etkisi ne orandadır?
Kısıtlı olsa da verilen iradenin sonuçları aslında çok önemli. Çünkü yaptığımız her şeyin bu dünyada mutlaka bir karşılığı var. Bunu biz doğrudan belirlemiyoruz elbette ama farkındalığımız nispetince bunu idrak edebiliriz. Öyle ki kendimizi kontrol edebilme yetisi, yani kendi adımıza karar alabilme, yani özgürlüğümüz de bununla doğrudan alakalıdır.
Çocukluk dönemi ile başlayan eğitim sürecimiz, belli bir zaman dilimine kadar birilerinin kontrolü altındadır. Bu anne-baba, öğretmen, çevre gibi faktörlerle olur. Bunların çoğu da aslında din üzerinden korku ve baskı yoluyla yapılmaya çalışılır. Birey,soyut ve analitik düşünme yetisine sahip olmadığı için bu yöntem çoğu zaman ters tepkiye neden olur. Haliyle bahsi geçen kontrol mekanizmasının baskısı altında bireyin özgürlük algısı da bir hayli düşük profilde seyreder.
Bunun sosyal hayata etkisi nasıl olur? Özgürlük kavramını ve benliğini keşfedememiş birey, doğru filleri hep bu mekanizmanın görüş alanında yapacaktır. Örneğin yere çöp atmamayı, öğretmen yahut anne-babanın yanında yapmazken, onların olmadığı zamanda ve zeminde bu hareketi çok rahat yapabilecektir.
Peki çöpten başlayan anlayış, bireyi, ileride hangi konuma götürür? Yetişkin olan bu birey geri kalan hayatında bu durum için bir eğitimden geçmemişse trafik polisinin olmadığı yerde emniyet kemeri takmamaya başlar. Üstüne bir de emniyet kemerinin asıl işlevini bir kenara bırakarak yalnızca ceza yememe koduyla değerlendirecektir. Aynı kişi kameraların olmadığı yerde de kırmızı ışıkta rahatça geçecektir.
Bir fiili, yalnızca o fiil çerçevesinde doğru-yanlış kalıbına koysak, gelişim süreci ve algısına göre işin dini ve ahlaki boyutuna girsek ve olayları değerlendirme bakış açısı kazandırabilsek bahsi geçen profil elbette yukarıdakinden daha farklı olacaktır.
İşte tam bu yüzden birinci profildeki vatandaş, yaptığı kötü fiil ve davranışların fayda-zarar ilişkisini hep bir kontrol mekanizması çerçevesinde algılayıp, hayatındaki akışın bozulmasının asla kendi fiillerinin sonucu olduğunu düşünmeyecek. Bu da onu kaderci bir anlayışa götürüp kendisindeki eksiği görmesini engelleyecek. Aynı kişi, ol sebepten eleştiriye de şiddetle kapalı olacağı için gayet kibirli bir kişiliğe bürünecek.
Buradan da anlaşılıyor ki, bizim yaratıcıya nispeten sınırlı olan irademiz aslında o kadar da sınırlı değilmiş. Kendimizi O’nunla kıyas edemeyeceğimize göre sınır dediğimiz şeyi yeniden gözden geçirmeli. Yoksa var olanı da kaybedip (hafazanallah) sınırı çoktan geçmiş olabiliriz.
Nuri N. DOKUZOĞLU 18.11.2017 (Proje 99)
YORUMLAR