Sene 1973. Kaportacı İsmail Usta henüz 13-14 yaşlarında. Babası İsmail’in arabalara olan merakını görünce onu bir zanaat sahibi olsun diye oto tamircisi bir ustanın yanına göndermiş. Kaportacılık alanında zirve yapan Kaportacı İsmail Usta, ileriki yaşlarda onlarca çırak yetiştirip onları usta yapmış.
Sene 2023. Kaportacı İsmail Usta anlatıyor: “Sene 1973. Babam İbrahim, karakterli bir insan ve bir zanaat sahibi olmam için beni oto tamircisi bir ustanın yanına verdi. Adaletin ne olduğunu, bir işi yerli yerinde yapmayı ve eşyaya adaletli davranmayı kaportacılık mesleğini yaparken öğrendim. Mesele, sadece müşteriyi memnun etmek değilmiş. Mesele, yapacağın işi yerli yerinde yapmakmış. Bu yüzden düzeltilmesi gereken bir kaportayı özenle tamir ederdim. Olması gereken buydu. Başkalarının işini iyi yapmadığını gördüğümde aşırı sinirleniyordum. Yaşım 63 oldu. Aşırı sinirlenmemin zararlarını gördüm. Şeker, tansiyon ne ararsan var. Değmezmiş. Değişmeyen değişmiyor. Bu yaşıma gelene kadar edindiğim en büyük tecrübe, başkalarının işini iyi yapmamasına kafayı takmadan işini en iyi şekilde yapmak. Yani çoğunluğun işini iyi yapmaması, seni etkilememeli demek istiyorum.
13 yaşlarında adaletin tam olarak ne olduğunu kavramaya çalışırken, insanların meselelere bakış açısının çok tuhaf olduğunu fark ettim. Mesela, babam eve televizyon getirmişti. Ben çok sevinmiştim. İnsan çabası sonucunda icat edilmiş bir makine. Şaşkınlığımı gizleyemiyordum. Nasıl olurdu da başka bir yerde olan bir olayı televizyonda izleyebiliyorduk. Ben, insan çabasının sonunda neler olabileceği şaşkınlığı içindeyken babamın suratı asıktı. Öyle önüne her geleni babamıza soramazdık. Babamın suratının günlerce neden asık olduğunu anneme sordum. Öğrendim ki, mahallenin imamı ‘gâvur icadıdır’ diye babamın aldığı televizyon yüzünden babamla konuşmuyormuş. Çok tuhaf. O zamanlar bu duruma sadece ‘çok tuhaf’ demekle yetinmiştim. Şimdi anlıyorum ki bu tuhaflık hiç bitmemiş. Şimdilerde de insanların meselelere bakış açıları, herhangi bir konu hakkında akıl yürütmeleri çok tuhaf. Herhangi bir olayda karşına dikilen hiç bitmeyecekmiş gibi bir virüs. Bu virüsten kurtulmanın hiç mi yolu yok?”.
Kaportacı İsmail Usta’nın hayat hikâyesinden bir kesit anlatırken, “çok tuhaf dediği durumların" 17. yüzyılda da olduğunu Halil İnalcık, Devlet-i ‘Aliyye kitabında şöyle anlatıyor: “1699 Karlofça Antlaşması, Osmanlı tarihinde gerçek bir dönüm noktasıdır. Avrupa karşısında yenileşmenin mutlak bir zorunluluk olduğu artık ortaya çıkmıştır. En önemli değişiklik, Avrupa karşısında zihniyetteki değişiklikti. Karlofça’dan önce Batı’yı küçümseyen Osmanlı idarecileri, şimdi Avrupa’nın medeniyette, özellikle teknolojide ve askerlikte üstünlüğünü kabul etmişti. Bu zihniyet değişikliği, yenilgi ve 1699 Karlofça Antlaşması ile başlamıştır. O zamana kadar Osmanlılar kendi kültürlerini, ordularını, devletlerini her devletten üstün zanneder, Avrupa’yı küçümserlerdi. Avrupa’da yapılan keşiflere karşı daima, 'Bu kâfir icadıdır.' diye tepki gösterirlerdi.”.*
Sadece “çok tuhaf” demekle yetinilen bu virüs, dört asırdır damarlarda dolaşmaya devam ediyor. “Bu virüsten kurtulmanın hiç mi yolu yok?” diye soran Kaportacı İsmail Usta’ya cevap vermek kolay değildi. Aslında Kaportacı İsmail Usta, “başkalarının işini iyi yapmamasına kafayı takmadan işini en iyi şekilde yapmak” ile cevabının bir parçasını kendisi bulmuştu ama farkında değildi. İşini en iyi şekilde yapmaya devam et Kaportacı İsmail Usta. Biz, gerekirse yıllarca yürümeye devam edeceğiz.
Cesur HEPAKA
Kaynak:
*Devlet-i ‘Aliyye, Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar IV - Halil İnalcık
YORUMLAR