Tatlıcılar çok kibar adamlardır ve Küba’lılar dünyanın en iyi oto tamircileridir. İlaç firmaları sahtekarlık yapabilir ama küçük esnaf küçüktür ve minik kobileri kimse gereğinden fazla üzemez. Anime işi de Japon’ların kolundaki milli bileziktir. Çünkü Miyazaki gibiler atalarına saygılı ihtiyar ve çalışkan delikanlılardır. Dahası bir araya geldiklerinde büyüleri hemen bozulmaz. Çünkü ferdi varlıklarından daha derin bir varlığı inşa edecek istikrara odaklı bir sisteme sahipler. Aile şirketleri, tapınakları, yahut kurumları ekseriyetle kan bağıyla bir araya gelen, motivasyonun kalıtsallıkla sağlandığı yapılardır. Fakat bu durumun doğuracağı aksaklıklar için de bazı tedbirler alındığını görüyoruz. Örneğin bir Japon şirketinde yönetimdeki ailenin başındaki kişi, şirketi sonrakilere devredeceğinde kendi kanından işin ehli erkek varis olmadığı durumlarda kızı varsa eğer damat olarak, yoksa yerine geçireceği erkek halefin, bir başka bayanla evlendirilerek evlatlık alınması türünden bir yöntemle mirasını devrediyor. Tabii ki bunu bir devamlılık sağlamak için yapıyorlar. Bu içgüveysiler ya da evlatlık alınmış kişiler (Mukoyōshi) daha yüksek statüdeki yeni ailesinin artık bir parçası olarak, katıldığı ailenin soy ismini alıp yönetim ve ailedeki yerini alıyor. Kısaca rahip ya da şirket sahibi, ailesinden aldığı bu mirası yine ailesinin çizgisinde tutmaya çalışıyor. Bu sosyal kodların, nasıl hayra dönüştürüleceğinin de güzel bir örneği aynı zamanda.
Geçenlerde Japon kültürünü biraz daha incelemek için Deniz Kızı Ponyo’yu izledim. Öncesinde Ruhların Kaçışı’nı izleyerek Hayao Miyazaki ile tanışmıştım. Japon kültüründe ruhların yeri ayrı. Atalarının ruhlarına tapan bu insanlar için kurum geleneği, hayatlarının önemli bir parçası. Bilinenlerin aktarılmasında, nesillerce bu kadim geleneğin yaşatılmasında aktarıcı olmalarının büyük önemi var. İnanç yapılarındaki bu ata vurgusu onları bir şekilde tek millet olmaya itmiş olabilir. Aslında bir tapınmadan ziyade saygı duyma, bu saygıyı diri tutma söz konusudur. Her nesil bir öncekinden nasıl yaşanacağına dair temel kodları alır. Japonların kendilerinden öncekilere karşı bu nazarının dezavantajlarını bir kenara atarsak bu kurulu devrandan bin küsür yıllık şirketler, nasıl yapılıra dair korkunç bir birikim ve kurum fikri çıkmıştır. Gerçek kurumlar inşa etmenin yeter şartı ise bir sistem fikrinin merkeze alınmasıdır. Başında tek bir lider unsuru görülen “patron şirketi” denilen kurumları biraz incelersek çok fazla ayakta kalamadıklarını görürüz. Kurum fikri oluşmamışsa tek bir lidere gebe kalan şirket yapısı, bizzat şirketin her bir organını kumanda etmeye çalışan bu liderin insiyatifinde bir ekosistem oluşturamadan yok olmaya yüz tutar. Ayrıca bu tarz, iş tanımını eksik yapması ya da hiç yapmaması ve çalışanlarını sağlıklı bir şekilde bir araya getiremeyişi ile de bilinir. Özetle istişareden yoksundurlar. Bunları bir anime - manga çizeri ve yönetmeni olan Hayao Miyazaki ve çalıştığı stüdyo üzerinden örneklendirelim.
Miyazaki belgeselini izlediğimde ilk düşüncem temelde bir ressam olduğuydu. Zor kısmı belgeselde de anlatılan Ponyo’nun kurgusuna başladığında yaptığı şeydi. Bir resim çizdi. Kıyıya vuran bir Japon balığı. Ponyo aslında bir balıktır. Bir insan evladı onu bir kavanoza sıkışmış halde bulur… Canım benim! Miyazaki bu buluşmanın sahnesinin çizimini kağıda döküp işte hikaye böyle başlayacak, sonra ne olacak bilmiyorum diyor. Ne demek bilmiyorsun? Ucunu kanatıp kenara çekiliyor. Fakat ucunu kanatması da pek kolay olmuyor.
Defalarca yapacağı çizimler için ofise gelip görünmeyen ervaha selam çakıp, bir başlangıç noktası belirlemek için bir açı yakalamaya çalışıp, eli boş dönüyor. Bulduğunda bir ressam olsaydı işi bitmiş olacaktı. Fakat hikaye yeni başladığı için üretme işi devam etmeliydi. Bu animelerin genel izleyicisi çocuklar. Ağırlıklı olarak çocuklara hitap etse de alegorisi her izleyiciye hitap edilecek şekilde tasarlanmış. Ben izlerken hiç sıkılmadım. Bir çocuğa tesir etmek gerçekten zordur. Uğraşanlar bilir. Sonrasında filmin yapım süreci denizlerin tanrıçası ve sihirbaz olan bir babanın kızı olan Ponyo’nun babasından öğrendiği sihirle insan olmaya çalışması yönünde kurguya devam etme kararı ile şekillendirilir.
Ponyo karakterinin oluşturulmasında Miyazaki’nin sergilediği davranışlar daha da ilginç. Küçük bir çocuğun gözünden bir macera kurgulama gibi bir işe girişiyor. Bazı kısımlarda kendisi de bir çocuk gibi davranıyor. Sürekli bir şeyler keşfetme peşinde. Her bir karenin çizimi yapılıyor. Yüzlerce animeci kurgunun kalan kısımlarını tek tek resmediyor. Sadece arka planları çizen, bu planların küçük detaylarını konsepte uygun bir şekilde işleyen elemanlar var mesela. Yine aynı konsepte uygun şekilde karakterlerin çizimini yapanlar var. Kalabalık bir ekip tek bir vücut gibi davranıyor. Aynı ofisin çatısı altında çalışıyorlar. Sürekli irtibat halindeler. Miyazaki dokunuş yapması gerektiği kısımlarda masaya oturup detaylar üzerinde saatlerce çizim yapıyor. Belgesel sayesinde on saniyede tükettiğimiz sahnenin nasıl, ne şartlarda yaratıldığını görüyoruz. Yaptığımız iş bize çok kolay geliyorsa bir durup düşünelim. Ya çok basit işlerle meşgulüz ya da potansiyelimizi çarçur ediyoruz.
2 saatlik animasyon filmi için tam 2 yıl boyunca kalabalık bir ekip bir şeyler üretmeye çalışıyor. Bu süreç devam ederken ortaya sağlam bir ürün çıkarmamak da mümkün. Şayet öyle olursa her şey çöpe gidiyor. Bu konuda bir diğer etken ise kalite algısı. Belli bir kalitenin altında kalan işleri daha yapım aşamasında sonlandırıyorlar.
Haliyle bu kadar uzun soluklu ve ciddi bir işin maliyeti yüksek oluyor. 34 milyon Amerikan Doları bütçe… Hakı bokunu nasıl geçer diye hasılatlara baktım. Toplamda 201 milyon Amerikan Doları hasılat elde etmişler. Allah bereket versin.
Belgeseli izlemeden filmi izleyip hasılatlara bakan bir kişi 34 milyon dolarlık masrafı ve onca emeği öngöremeyebilir. İster istemez, ne var bunu yapmakta, gibi bir fikir oluşuyor. Çizgi film ya hani. Öyle çizip geçemiyoruz. O kadar parayı kasamıza doldursak, hadi bir animasyon filmi yapalım desek, işte saha işte top, bu topu kim çevirecek? Kadromuz var mı? Diyelim kadronun her bir parçasını tek tek transfer ettik ya da geniş bir zamanda yetiştirdik, bu adamlar bir arada çalışabilecek mi? Kibar tatlıcılar, elleri nasırlı Küba’lı tamircilerle iş birliği yapabilecek mi? Bir ekosistem kurma zorunluluğundan bahsetmiştim. Biraz uzun ömürlü büyük şirketleri incelersek farklı sektörlere ne kadar kolay girerek başarılı olduklarını görebiliriz. Büyük işlerin temel sihirleri aynı zamanda alametifarikası bu unsurlardır. Miyazaki’nin babasının yöneticisi olduğu ve abisine ait olan Miyazaki Airplanes adındaki şirket, bahsettiğim yüzyıllık şirketlere örnek olabilecek Mitsubishi firmasının iştiraki olan uçak şirketine parçalar üretiyordu. Muhakkak ki bu adamlar büyük ailelerin çatısı altında bir kurum geleneğinin parçası olarak yetiştiler. Ve böylece 705 yılında Yamanashi’de kurulan kaplıcanın halen aynı aileler tarafından işletilerek ayakta tutulabilmesi daha az şaşırtıyor.
Kaynaklar:
https://en.wikipedia.org/wiki/Nishiyama_Onsen_Keiunkan
https://en.wikipedia.org/wiki/Miyazaki_Airplane
https://tr.wikipedia.org/.../K%C3%BC%C3%A7%C3%BCk_Deniz_K...
https://www3.nhk.or.jp/nhkworld/tr/ondemand/video/3004569/
Making Japanese Heritage - Rupert Cox, Christoph Brumann
Behzat MÂLUMAKA 10.09.2020 (Proje 99)
YORUMLAR