İzlediğim bu Youtube içeriğinde baba, iki çocuğundan fıstık ezmesi ve reçel sürülmüş bir sandviç yapmanın adımlarını ona yazmalarını ister. İki çocuktan birisinin bu süreçte babasıyla yaşadığı diyaloğa göz atarak başlayalım.
Baba: “Şöyle fıstık ezmeli, reçelli bir sandviç olsa da yesek. Fıstık ezmeli reçelli sandviç yapacak adımları benim için yazabilir misiniz?”
Çocuk uygulanacak adımları yazar ve getirir: "Birinci adım, iki tost ekmeğini al. İkinci adım, bir bıçak ve fıstık ezmesi al. Üçüncü adım, dilimlerin birini al ve bıçakla üstüne sür.". Baba, bıçağı eline alır ve ekmek diliminin üzerinde boş bir gezintiye çıkartır.
Çocuk: “Baba hayır! Fıstık ezmesini süreceksin.”
Baba: “Ben burada yazanı yapıyorum. Burada bir dilim ekmek al ve bıçakla üzerine sür yazıyor.”. Bunun üzerine çocuk dördüncü adımı yazar ve getirir. “Dördüncü adım, biraz reçel al ve ekmeğin üzerine sür.” Baba, ağzı kapalı reçel şişesini alır ve ekmeğin üzerinde şişeyi sıkarak gezdirir.
Çocuk: “Baba hayır ağzını açacaksın.”
Baba: “Ama burada öyle yazmıyor.”
“Beşinci adım, ekmekleri üst üste koy. Kocaman bir ısırık al.” Baba üzerine hiçbir şey sürülememiş ekmekleri alıp bir ısırık alır.
Çocuk üçüncü denemede de komut dizisini doğru ve eksiksiz yazamadığı için işlem olması gerektiği gibi gerçekleşmez ve babasına şöyle der: “Bu kadar yeter. Sen saçmalıyorsun. Bilerek yanlış yapıyorsun. Nasıl yapılacağını bal gibi de biliyorsun.”.
Evet. Çocuğun bu yaşadıkları karşısında sinir hoplatan çaresizliğini anlamak çok da zor değil. Asıl sorun çocuğun bir türlü kendini doğru ifade edememesi mi, iş yapma tecrübesinin eksikliği mi yoksa neyle muhatap olduğunun farkında olmaması mı? Alışageldiği günlük dilin ona şu durumda yetmediğini görüyoruz. Çünkü karşısında her ne kadar babası olsa da, “bir dizi komut” işlem görüyor. Çocuğun ihtiyaç duyduğu şey, yazdığı komutun herhangi birisi tarafından okunduğunda da tek bir anlam taşıması ve eylemi eksiksiz ifade etmesi. Bir diğer mesele ise çocuğun bağlamı kaçırması. Reçel şişesinin kapalı olduğunu bildiği halde komutları yazarken şişenin ağzının açılması gerektiğini yazmayı atlıyor. “Kapağı aç dememe gerek yok, zaten kapağını açacaktır.” ön kabulü, muhatabın iş yükünü artırır. Komutu alıp işleme koyacak kişi artık bunu da hesaba katmak zorunda kalacaktır. Çocuk, babam bunun nasıl yapılacağını zaten biliyor diye düşünüyor. Komutları yazarken çocuğun açık unuttuğu tasarruf modu, empati eksikliğini de ardına alıp işlem eksikliğine neden oluyor. Genelde çocuklarda görülen bu tarz kendine aşırı odaklanma hali ve benmerkezci akıl yürütme, kendi dışındaki diğer her şeyi tek vücut gibi algılamasına ve aşırı bulanık bir zihin yapısı oluşturmasına neden oluyor. Altkültürün aktığı bu başat yolun başını çeken tuhaf bakış, eşyanın tabiatını bozan bu düzensiz ritim yetişkinlikte de devam ettiğinde kendisiyle iş yapılamayan türden bir insan tipini karşımıza çıkarıyor. Kişinin, oluşumuna doğrudan katkı sağlamadığı ya da bir parçası olmadığı bağlamı fark edebilmesi için, bizzat kendisi, dışarıya bakan bir pencere açmak zorunda. Çünkü bu pencere ancak içerdekinin biraz itmesiyle dışarıya doğru açılabiliyor. Bu pencereden bakarken kendi varlığını meseleye müdahale edemeyecek kadar kısmalı ki objektif düşünebilsin. Israrla kendi içimizde oluşturduğumuz bağlamla okumaya çalıştığımızda repertuara yeni bir şarkı ekleyemiyor aynı ritimde benzer seslere gebe kalıyoruz.
Çocuk her ne kadar babasıyla aynı dilde konuşuyor olsa da bu iş özelinde farklı bir dile geçmesi gerektiğini fark edemiyor. Kullandığımız dil bir iletişim aracı olduğu kadar bu iletişimi boğacak zehre de sahip. Böylece, gerçekten iletişim kurmak için günlük hayatımızda dahi çoğu zaman diplomatik bir dil kullanmak zorunda kalıyoruz. Evrensel ortak dilin bir yansıması olan diplomatik dil; aslında hiçbir öznel bağlama gömülmemiş, ipin ucunun serbest bırakılmadığı, güvenilir, anlaşılır ve ölçülebilir dile deniyor. Öylesine kılı kırk yarmalıyız ki komut eksik ya da yanlış anlaşılmasın. Bunu yaparken gerçekten yorulmamak için mesajı yalın ve basitçe ifade etmeliyiz.
Diğer çocukla babası arasında da benzer şeyler yaşanıyor. Mesela çocuk komut olarak “Bıçağı kullanarak ‘biraz’ fıstık ezmesi al.” yazıyor. Babası komutu okuduğu anda çocuk yazdığı komutun nelere sebep olacağını anlayıp ön almak için “Aslında azdan kastım çok” diyor. Konuşurken oran belirten ifadelere ihtiyaç duyduğumuzda, yine bunun üzerinde yeterince düşünmeden en kolay ve ucuz yoldan yapmaya çalışmamız bizi aslında daha uzun ve dolambaçlı bir yola sevk ediyor. Bu şekilde düşünülmeden seçilen oransız, ölçüsüz kelimeler arka plandaki bulanık zihnin haritasını önümüze sererken bir yandan da refleks olarak ağzımızdan çıkıveren düşüncelerin mahiyetini de anlamamızı sağlıyor. İlk çocukluk dönemlerinde tolere edilebilecek bu tarz hatalı kullanımlar yetişkinlikte de devam ettiğinde hayatın akışı bozuluyor. Mesela ifade özgürlüğünün tiksindirici derecede az olduğu toplumların kullandıkları günlük basit dildeki falsoları, bulanıklıkları ifade yeteneklerini içten içe çürütür. Artık az çoktur, basit zordur, yalan hakikattir... Kelimelere günübirlik, ihtiyaca yönelik anlamlar yüklenir. Hep beraber hayatlarını koca bir yanlış anlaşılmaya çevirirler. Salonun en cılız ve yeteneksiz öğrencisi sabitleri haline gelir. Süper olmak bir adım ötelerindedir. O yüzden herhangi bir ölçü hayatlarına giremez.
Bir diğer mesele ise çocukların prosese olması gerektiği gibi odaklanamamaları. Gözlerinde canlandırabilecekleri kadar olayı soyut düşünceye taşıyabilseler ihtiyat meleği yardımlarına koşacak. Neyse ki babaları onlar için küçük bir simülasyon ayarlayarak hayatlarının devamı için bir can simidi atmış. Süreç gerektiren çok aşamalı işlerde unsur ve komut miktarı arttıkça tembelliğe alışmış zihin, komutları tortullaştırıp kolay taşınır şekilde paketlemeye kalkışıyor. Paketleme miktarı arttıkça da paket içindeki istif ve ehem mühim sırası birbirine giriyor. Benzer unsurlar aynı şeymiş gibi algılanıyor. Oysa süreç içerisinde sıralama hayati öneme sahiptir. Ateşe vermek istenilen yer defalarca kez teyit edilir. Önce benzin dökülür, sonra ateşlenen zippo çakmak benzinin üzerine atılır. Bu iki işlem esnasında çakmağı ateşleyen kişi benzinden kendini korumalıdır. O çakmak daha önce defalarca denenmiş olmalıdır. Çakmağın yeterli miktarda yakıta sahip olup olmadığı kontrol edilmelidir. Zor değildir, bir tane de yedek taşınmalıdır. Rüzgara sebep olacak ve yönünü değiştirecek değişkenler hesaplanmalıdır. Mekandan çıkış için önceden rota belirlenmelidir. İşleme, ateşe verilmek istenen yere zippo çakmağı ateşleyip atarak başlarsak ateşi yine yakmış oluruz ama mekanı benzine bularken bidonla bağımız henüz kopamadığından kendimizi aynı ateşten koruyamayabiliriz. Hayatın birçok alanında insiyatif almaktan kaçmış, talihini kendi elleriyle boğmuş kimseler bu göreve benzin yerine cam suyu dolu bidonla giden adama benzer. Zippo çakmak yerine gazı bitmiş manyetolu çakmağını getirir. Yanlış yeri ateşe veremez ve kapısı kapanan binada mahsur kalır. Böylece ne kendini yakabilir ne de olması gereken eylemden ne kadar uzak olduğunu idrak eder. Her işi tövbe gerektirir. Dili bozuktur ve bir üst dili anlayamaz. Anlayamadığı şey karşısında öfkelidir. Öfkesi işini bir kat daha bozar.
Steven Pinker "Dil İçgüdüsü" adlı kitabında şöyle yazar: “İnsan türünün herhangi bir tarihinde, dil en önde gelen özellik olarak öne çıkacaktır. Ortak bir dil, bir topluluğun üyelerini müthiş kolektif güçlere sahip bir bilgi paylaşım ağına bağlar.”
Behzat MALÛMAKA
YORUMLAR