Piaget’nin bilişsel gelişim kuramına göre insan zihni, öğrenme sürecinde, denge, dengesizlik ve tekrar dengeleme ile öğrenme yapabiliyor.
Herhangi yeni bir davranış üretimi gerekmediği sürece, mevcut şemalar, kafamızın ağrımaması için kafi. Dengedeyiz, rahatız, gelen kiralarla geçinip gidiyoruz. Fakat zihnin ayağını boşa çıkaran, şemalara sığmayan yepyeni durum dengeyi bozuyor. İster miyiz bilmem ama dengeyi sabit kılmak genelde mümkün olmuyor. Kulağa kötü gelse de, zannediyorum bunda hayır var.
Çevremizde illa ki bir Suriyeli olmuştur. Onların kendi memleketlerinden kalkıp daha önce alakadar olmadıkları bir toprağa, kültüre, dile bodozlamaları, zihinlerinde korkunç bir dengesizlikler zinciri yaratır. Bozulan dengenin tekrar dengelenmesi süreci, birçok kazanımla doludur. Yeni bir dil öğrenilir, farklı kültürlere farklı bakış açıları gelişir, daha önce belki de hiç yapmadığı, muhatap olmadığı işlere kendini vermek zorunda kalır. Hayata bir kez daha sızma şansıdır aslında. Nasıl bakarsak artık. Öyle ki şahitliğin şiddetini, metodunu, yönünü bir anlamda biz belirliyoruz. Hakikate şahit olmaya geldik. İçinde olmalıyız büsbütün.
Ki biz, çiftçilik ile uğraşmış bir neslin devamı olduğumuz için, ilk tarımsal faaliyetlerin başlamasından bu yana aktarılan genlerle ve bu kültür ile yaşıyoruz. Tarım toplumları avcı toplayıcılara nazaran daha tembel. Birçok fark var fakat tembellik damarlarımızda geziyor. Hatta tarımsal faaliyetler ve yerleşik hayat, insanın öğrenme mekanizmasını hurdalığa ayırıyor. Sebebi çok basit ve net, hep aynı günü tekrar tekrar yaşamak. Hayvanlardan Tanrı’lara kitabında, yazarın bir teorisi var. Kabaca diyor ki, avcı toplayıcı toplumlar, yerleşik olanlara nazaran daha çok mekan değiştirir, daha çok hayvan ve bitkiyle karşılaşır, daha zinde ve çevik bir vücuda sahiptir, algısı daha yüksektir -can tehlikesinden dolayı aralıksız, ayık, uyanık olma zorunluluğundan- beş duyusu daha iyi gelişmiştir ve motor becerileri üst seviyededir. Çağımız medeniyetleri, teknoloji bakımından bahsi geçen konar-göçer hayat tipinin çok ötesindedir. Fakat bu, bilimin ürettiği teknolojinin kümülatif olmasıyla ve haber edici imkanların gelişmiş olmasıyla alakalıdır. Yoksa müstakil ele alındığında, insan tiplemesinde ayvazlık bakımından, derin farklar meydana gelmiştir.
Yeni bir şey ile yüz yüze gelmenin vereceği yeni bir soluk alma zorunluluğu, emme basma tulumba işlevselliği ile çalışan zihinlerde, yeni hareketin daha güç işleme konulmasına sebep oluyor. Modern zamanlar denilen şu son asırda, bilgi üretimindeki hız, hiç olmadığı kadar arttı. Teknoloji, yarı otomatik halde, kendi bilgisini kendi üretiyor. İletişim organlarının kısıtlı olduğu henüz mekanikleşmediği yakın döneme kadar insanoğlu, büyük oranda dedikodu ile bilgiyi çoğaltıyordu ki bugüne nazaran çok kısıtlı bir iletişimdi. “Dun-ya” eski dünya olmaktan çıkıyor. Evet, hala alçak. Hep öyleydi ama artık atlar yok, jetler var. Bir sarmal kurgunun daha sonlarına doğru ilerliyoruz. Bu turun, hiç olmadığı kadar hızlı haliyle. Bizler, geçiştirici hallerin aceleci çocukları, dur durak bilmeyen(!), kendi üretimimiz olan koşu bantlarının üzerinde, sonsuz çark edeceğimizi zannediyoruz. Şahit olduğumuz bu kısıtlı matematikte, adını bilsek de her şeyin son bulmasına defalarca kez iman ettiğimizden midir bilinmez, sonsuzluk adına somut bir misal bulamıyoruz. Bu da bitecek. Bize lazım gelen, duraklar arasında daha yüksek geçişkenliğe sahip, derin ayrıntılı, tane tane, tertemiz kodlar, muhacir aklı. Seferden geri kalmayan seferberlik hali. Köyden şehire, griden yeşile nüfuz eden gelişmiş geçişkenlik. Değişmek, öğrenmek, dengesizlik içinde bir denge tutturmak. Napolyon’un da dediği gibi “En iyi asker çarpışmadan ziyade, yürümesini bilen askerdir.” Silahını kapıp cepheye koşmak, besili atlar beslemek, seferden geri kalmamak ayniyle uygulanması gereken müstakil, biricik bir talimat olmaktan ziyade bir metodun, usulün özüdür. Yine biriciktir. Öyle olmalı ki, yürümekten kasıt, işin özünü hakkıyla yapabilmeye deniyor. Allah daha iyi bilir. Üslub-ı beyan, ayniyle insan olmaya... Amin.
Behzat MÂLUMAKA 27.06.2018 (Proje 99)
YORUMLAR