"10 bin saat kuralı, Malcolm Gladwell'in ilk olarak 2008 yılında basılan 'Outliers' adlı kitabında başarıyı getirdiğini öne sürdüğü iki etkenden biridir. Buna göre; bir konuda uzmanlaşmak için en az 10 bin saat o konu üzerinde çalışılması gerekmektedir."
Kıyamet hayatta kalanlar için hala kopmadıysa bunu biraz da ekonominin varlığına borçlu olabiliriz. Geçerli değişim aracımız para ve türevleri anlamını yitirmediği sürece çok büyük bir çoğunluk yoluna devam etmek için rutinini bozmaya cesaret edemeyecek, paranın cinsi değişse de hayattaki karşılığı değişmediğinden emek-para ikilisi çarkı döndürmeye devam edecektir.
Ölçülü düşünmeyi öğrenen beşer için yumağın başı düğümünden kurtuluverdi ve sonrası çorap söküğü gibi salına salına önümüze serildi. Ölçüp biçmek, oran vermek, birimlere ayırmak, benzerleri ayırmak ve farklılıkları sınıflandırmak rutin hayatımızın en yaygın meziyetleri oluverdi.
Göç etmeyi bırakan ilk delikanlının aklında elbet bugünkü piyasa şartları oluşuvermemişti. Takas takası doğurdu ve bir şekilde geçer akçeyi herkes geçer saydı. O gün bugündür, tipik anlamda ekonominin varlığından bahsedilebilir. Ekonomi, bir diğer açıdan en eski imtihan araçlarından ve bir sır gibi hayatımıza dahil oluyor. İşler karmaşıklaştıkça ve işçi sayısı arttıkça işlerin çeşitliliğiyle beraber işçi-işveren zemini kemikleşti. Aylık periyotlarla yaptığı iş karşılığında işverenden belirli bir ücret almak karşısında kimse şaşkına dönmüyor. Artıları eksileri bir tarafa bu kemikleşmiş denklem bir takım toplu çıkarlara ulaşmada bazı güzel fikirleri geri planda bırakabiliyor.
Herkes işine gücüne devam ederken yeterli sayıda adam çıkıp kazancından yeterli bir miktarı sermayesi ve düzenli başka bir geliri olmayan fakat kendisinden muhteşem işler çıkacak özü sözü bir olan birine aktarsa ortaya zamanla neler çıkardı? Bu bir kuzudan üç post çıkarmayı bilenlerin binlerce yıldır hayata geçirdiği bir yöntem. Bugün Batı'da birçok alanda araştırma yapan, bir şekilde birileri tarafından finanse edilen çok sayıda bilim adamı, araştırmacı var. Kulağa nasıl geliyor? Çok kolay ama çok zor işlerden işte hep o benzer ses geliyor. Formüle etmek onu uygulamaktan çok daha kolay. Bu konu orkideler gibi her kış filizlense de kanlı canlı örnekleri için çok daha fazla şeye ihtiyacımız var.
Bir Orta Çağ insanının künyesinde "Yapılan işi mükemmel yapmak." var. Aynı Orta Çağ insanı kişisel zenginleşmeye karşı. Enteresan bir zenginlik yine aynı adamlarda. Uzaktan hafif şaşı bakınca sadece ekip biçen insanlar görüyorsun ama bitmek bilmeyen bir gayretle her işlerinde gelişme çabasındalar. Bunu bir ömür boyu bağlamdan kopmadan yapan bir ekip için başarı kaçınılmaz oluyor. Biraz daha kurcalayalım demeye kalmadan tarlalarından çıkmayan adamların kurgulamayacağı türden bu yakınlaşmaları kurgulayan adamları buluveriyoruz. Organizasyonları kendi kendini finanse ediyor. İhtiyaç fazlasını ihtiyaç sahiplerine ulaştırıyorlar. Zamanla tarım dışında hayvancılık, madencilik gibi alanlarda da faaliyet gösteriyorlar. Sonraki asrın geçer akçesi olacak Endüstri Devrimi işte böyle başlıyor. Günümüzde de devam eden bu organizasyonun mimarları Sistersiyenler özellikle büyük ivme yakaladıkları dönemlerde yüksek kaliteli ürünleriyle tanınıyorlar. Bir makaleye* göre Avrupa’nın batısında Sistersiyenler, gösteriş ve zenginleşme konusunda çizgiyi aşan Kluni tarikati gibi mevcut manastırların amaçlarından uzaklaşmalarına tepki olarak ortaya çıkıyorlar ve Hırvatistan'da kraliyet otoritesinin davet ve teşviki ile varlık gösteriyorlar. Giydikleri kıyafetlere kadar diğerlerinden ayrışmaya çalışıyorlar. “Sistersiyenler ağırbaşlılıkları, cimrilikleri ve gelecek için planlamaları ile gurur duyuyorlardı. Oysa Kluniler açgözlülük, oburluk ve ölçüsüzlükten muzdariptir. Sistersiyenler bir araya gelip arı gibi her konuda birbirleriyle uyumlu hareket eder, ortak bir keseyi paylaşırlar ve sahip oldukları şeyi tutumlu bir şekilde harcarlar. Buna karşın dindar insanların bağışlarıyla ayakta duran Kluniler israfçı ve dağınıktılar.”**
Sistersiyenlerin ekonomik atılım içerisine girmeleri Tapınak Şövalyeleri'yle ilişkilendirilmelerine sebep olmuştur. Bu iddiayı savunanların dayanak noktası ise Tapınak Şövalyeleri'nin bazı Sistersiyen adet ve törenlerini benimsemeleridir. Diğer manastırlara nazaran daha sistemli ve kurallı yaşayan Sistersiyenlerin büyük baş hayvan yetiştirmelerine rağmen kırmızı et ve domuz yağı tüketmemeleri ve sadece ticari amaçlı kullanmaları enteresan. Her şeye rağmen Sistersiyenlerin tam anlamıyla başarılı oldukları dönem bazı yüksek kazanç sağlayan hayvanlarda görülen hastalıklar, veba, Yüz Yıl Savaşı gibi dış etkenlerle beraber üç nesil kadar sürüyor. Bu adamları kendi taşramızda olduğu gibi dile getirsek Orta Çağ'a gönderileceğimizi bildiğimizden sadece şehirde konuşuyoruz. Dünyanın neresine gidersek gidelim, hangi çağı yaşarsak yaşayalım bazı hayati kurallar asla değişkenlik göstermiyor. Ekini talan edenler, zor yolu kaybedenler oyundan bir rol kapıveriyor. Olağanüstü bir avantaja sahip olmadan yakalanabilecek üst kaliteye uzak olmak, ona hiç yokmuş gibi davranmak insanın en azından zoruna gitmeli.
*Orta Çağ’da Sistersiyen Ekonomisi Üzerine Bir Değerlendirme, Halil YAVAŞ.
**Gerald of Wales, 2004, s. 90
Behzat MALÚMAKA 20.10.2022 (Proje 99)
YORUMLAR