İkinci acemiliğim olduğu için daha tecrübeliydim. Edirne Keşan'dan Kehkeşan'a gönderdiğim sinyal dalgalarının ulaştığı, eşdeğer güdümde hareket edebilen çarpabildiği bir cisme, yani çarpabileceği kadar var olabilen bir cisme henüz rastlamadım. Reseptörlerimi, cihazın en ağır işlemlere tabi tutulacağı, en uzun mevzilere ulaşacağım şekilde gönderdigim sinyallerden geçerli cisme çarpıp geri dönüş alabileceği kıvama getirmek için en hassas moduna aldım. Dalgalar arasına kondurduğum e-imzam - ki bu imza biraz uçuşan fakat görünmez bağlarla ana karaya bağlı - muhatabıma mesajım ulaştığında beni ikileyebilmesi için ona kendimden bir cüz vermek içindi. Biraz konuşmak istiyordum, sadece konuşmak değil.
Neseb-i gayri sahih kültürün linç ettiği yaşam vadisinin ehl-i kubur sürüsü, sadece basit argo şakalar, kıdem basma muhabbetleri yapıyordu. Şaşırmadım. Duvar pası için duvara ihtiyaç duyuyordum. Kolaya kaçıp üzerime toprak attırmak ister gibi oldum. Yanaşık düzen adamı olmaya çabaladığım sivil hayat simülasyonundan sonra, hem fikir/zikir senkronizasyonunu askerlik simülasyonunda kaybetmekten, almamaya meyletmekten, bu mıcırlı yollara saplanıp patenaj çekmekten korktuğum için ötede durdum. Bol bol okumaya çalıştım. Tüttürdüm ve Trakya ayazına inat binalara kaçmadan, çıldırtan düzende ekilmiş çam ağaçları arasında yazdım durdum. Ellerim soğuktan kalemi tutamaz hale geldiğinde sinyal göndermeye devam ettim. Üzerime atamadığım toprağa postalın ökçesiyle "Kaleye dönene kadar böyle." yazdım. Oltalar boş gele durdu, yine de bu hasret hoş gele.
Behzat MÂLUMAKA 30.04.2019 (Proje 99)
YORUMLAR