“Hikâye:
Birkaç kör 'Acaba biz de fili görebilir miyiz?' diye bir yere toplanırlar. Filin sahibi bu körleri filin yanına götürdüğünde bu körlerden kimisi filin kulağına, kimi ayağına, kimi karnına ve kimi hortumuna tutunur. Akabinde başlarlar birbirleriyle kavga etmeye: Filin ayağına tutunan 'Fil direk gibidir' der. Kulağını tutan 'Fil sofra gibidir' der. Karnını tutan 'Küp gibidir' der. Velhâsıl körler filin hangi organına yapıştıysa o şekilde fil konusunda inanç sahibi olurlar.”.*
Filin sahibi körleri topladığında muhakkak ki sonucu bilmektedir. Onları biraz öteden sakince seyrederken aklından belki de şunlar geçer; “Bu körler de ne iyi ettiler de geldiler. Şimdi yapamasalar da belki bir gün anlaşmayı becerirler.”.
Bir körün görememe öyküsü: Uzun süre kimse ona kör olduğunu söylemiyor, o da haliyle diğer insanların gördüğünü bilmiyor. İçinde ışık ve görüntünün olmadığı dünyasında herkes gibi olduğunu düşünerek yaşıyor. Ara ara kendini eksik hissediyor ama eksikliğini gözlerine vurmuyor.
Diyor ki, “Neden hep ben düşüyorum? Neden herkes benden hızlı? Neden onlar yapabiliyor da ben yapamıyorum?”. Nedenini öğrenmesi beş yılını alıyor. Arkadaşları onu yakar topa almadıkları zaman, “Neden beni de almıyorsunuz?” diye bağırıyor.
Çocuk acımasızlığı, hayatını değiştirecek o cevabı pat diye yapıştırıyor: “Körsün sen!”. O ana dair hatırladıkları, öfke ve kederle karışık tedirginlik ama büyük bir kavrayış…
Bir rüyasını şöyle anlatıyor:
Tekrar eden bir rüyam var... Yolda yalnız yürürken, devasa bir kamyonun tekerinin altında kaldığımı hisseder ve nefessiz kalırım. Sıçrayarak uyanırım. Tekerleği üzerimde hissediyorum, ezildiğimi biliyorum, nefes alamıyorum. Görsel bir öğe yok, yani renk ve ışık yok.
Kör görmüyor, gördüğünü zannediyor. Köre kör dememek onu daha da körleştiriyor. Tutunduğu daldan komple bir ağaç hatta orman tanımı çıkartıyor. Bir çocuk acımasızlığı ona gözlerini tam olarak geri vermese de göremediğini görmesini sağlıyor. Göz demişken, çöl şartları belki de yüzbinlerce yıl süren bir gelişim sürecinde deveye üçüncü göz kapağını armağan ediyor. Ya da zaten öyle yaratılagelen develer ve bazı hayvan türleri halen kullandıkları uzuvlarını sade ve sadece kullanmak zorunda kaldıkları için belki, kaybetmiyorlar. Şeffaf olan bu üçüncü göz kapağı görmemeyi değil her şartta görmeyi sağlıyor. Yani görmek zorunda olana renk ve ışık vardır. Hem de her şartta.
*Muhyiddin İbnü'l-Arabî, Özün Özü.
Behzat MALÛMAKA 26.12.2019 (Proje 99)
YORUMLAR