İçe dönüklüğümüz karavana pozisyonlarla sabit kalınca mobil hale gelmek için gerçek hayat modelleriyle aramızda duran betondan sandığımız karton paravanları yıkmamız gerekti. Verdiğimiz büyük bir söz bize hatırlatılınca bize anlatılan öteki tarafı, öteki olmaktan çıkarıp tek bir yol farzı ile ilerlemeye başlayarak tek bir yolun yolcusu halini aldık. Göreneklerimiz yetmedikçe somutlaştırılıp önümüze hazır konulanı tattık. Büyük maceranın izdüşümü bile bizi çok heyecanlandırdı.
Sıfırdan, sıfıra yakın gerçeklik seviyesine inmeye çalıştık. Temelde herkes aynıdır ve öyle kalmalıdır gibi bir yanılgıyı sezip durmaktayken ete kemiğe bürünmüş halini bir araya gelip inciği cinciğine kadar irtibatlaşınca anladık. Farklı farklıydık ve bunu bozmamaya çalıştık...
Macera devam ederken bir hale girerken diğerinden çıkmayı, vaktiyle çıkışmayı, yeri gelince uçmayı mühim saydık. Mesela hal dediğimiz, donuna (tonuna) girmek demekti. Birbirimizin tonlarını ezbere biliyorduk. Her yeni macerada, heybemizdeki bir tonu çıkarıp önümüzdekini ona boyamaya çalıştık. Temelde çok basitti, o işi kim daha iyi yapıyorsa onun tonuna giriyorduk. Ve nihai hedefimiz bir Ejder olup uçmaktı. Neden olmasındı?
Başlarken, cambazlar arasında pek saftık. İpe çıkmadan dize gelemeyeceğimizi anlayınca sırıklarımızı alıp işe koyulduk. İpimizi bir su birikintisinin üzerine çektik. Yüzebilirse eğer düşen, ölmezdi. Aslında öyle ya da böyle burada herkes bir ara suya atılır. Belki gerek kalmadan kendi düşer. İpten düşenler cambazlıktan hemen men edilmez. Çünkü ipe tekrar çıkmak yine bir cambazlık gerektirir. Suyun yükseltmesi de acılığı ile doğru orantılıdır. Tatlı sularda boğulmak daha kolaydır. Düştüğü su nasıl olursa olsun bazıları yine boğulmanın bir yolunu bulacaktır. Öyle ki boğulmak beleş... İpe çıkana kadar imtihan tablosu 8 bit’den öte gitmez. Küçük boyutlarda küçük hesaplar kurtarırken ilerledikçe işin rengi değişmeye başlar.
Dahası türlü tümseklere gebe bir gidişattır. Muhsinleri zorlamaz hiçbir yokuş. Fakat beraber yürümek bu kıymetli topraklarda zordur. Bu yürüyüş rubik küpe benzer biraz. Düzeltmek, düzenlemek için biraz bozuyormuş gibi görünmen gerekir. Küpün algoritmalarını çözemeyenler için anlamsız, boş hareketlerdir bunlar. Rengarenkliği de buradan gelir. Hem koruyup saklamayı hem de kurban etmeyi öğretir. Tüm yüzeyleri mobildir. Sistem stabil olmak adına kapalıdır ama çöldeki serap gören susuz adama biraz ilerdeki çağlayan ırmakları haber edecek kadar da adildir. Ne kadar susarsan o kadar büyük seraplar görürsün. Her gün, görülen serabın tabiri için yeniden başlanır. Büyük rüyanın tabiri büyük olur.
Belki tek bir andır senin imtihanın. Belki de bütün hayatın tek bir andan ibarettir. Aslında her şey, bütün olup bitenler sıcağın beynini sulandırdığı o dar anlarda gerçekleşir. Tipin değişir, adını unutursun. Adlar arasında bir geçiş maratonu film şeridi gibi devam ederken Titus’un gemisi bir nirengi noktası olabilir senin için. Geminin açmazı şudur: Gemi kara parçasının hududundan denize açılır. Yolculuk boyunca işlevini yitiren parçaların değişmesi gerekir. Titus ne kadar uzun bir yola niyet ettiyse artık zamanla bütün parçaları peyderpey değiştirmek zorunda kalır. Soru şudur: Yolculuk sonunda, son haliyle bu gemi, denize açıldığı gemi midir?
Bütün parçaların zamanla gelişip değişirken sen yine sen kalabilirsen gerçek bir cambaz olabilmişsindir. Fıtrat korundukça sen sensin... O sözü veren aslımızla yola devam etmek durumunundayız. Ayranının dökülmeyeceği yollarda, meziyetlerinin ilkel formuyla, pekala yolculuk mümkündür. Nihayetinde dümdüz yaşamak suda boğulmak kadar kolay gelecektir. Öyle ya, ucuz etin suyu kara olur.
Ah çocukluğumuz... Ne de korunaklı bir bilmeme fanusuydun. Bildikçe, bildirildikçe daha çok yorulduk. Yorulmayan borçlu kaldı, kalacak.
Behzat MALÛMAKA 03.09.2019 (Proje 99)
YORUMLAR