"Sabır musibetin geldiği ilk andadır" hadisini, "Başınıza gelen olayları değil, onları nasıl göğüsleyebileceğinizi seçebilirsiniz" sözüyle beraber okuyorum. Bu iki sözü alt alta yüzlerce kez yazmak istiyorum.
Öfke ile kalkan, zararla kılıç, hamsi ile badem... Son ikilinin konuyla alakasız serbest çağırışım eseri olduğunu söylemeliyim.
Öfkenin nasıl oluştuğu ile ilgili okuduklarım ve dinlediklerimden şu kanıya varıyorum: Öfke, sinir, asabiyet, gadab kişinin karşılaştığı olay anında bütün pişmanlıklarını hatırlayıp önce kendine kızarak olaya veya olayı yaşatana karşı bir kabarma halidir. Hatırlama ve tepki hadisesi o kadar hızlı gerçekleşir ki biz zihnimizden neler geçtiğini fark edemeyiz bile. Tepkinin katsayısı, büyüklüğü ise o ana kadar getirdiğimiz kalıp düşüncelerden oluşur. Kimi zaman bu kalıplar kaybolur gibi olur, kimi zaman ise eklenen yeni kalıplarla beraber daha önceki tepki büyüklüğünün iki katına çıkabilir.
Öğrencilerime bazen sinirleniyorum, bazen küçük, bazen sonrasında üzüleceğim büyük tepkiler veriyorum. Sinirlenmenin bütün sorumluluğunu artık kendi üzerime almam gerektiğini düşünmeye başladım. Çünkü gerek küçük ailem gerek çevrem gerekse bütün öğrendiklerim (özeti bu ifade olurdu) biri beni sinirlendirdiğinde nasıl davranmam gerektiğini hiç unutmamacasına öğretmiş. Buradaki "sinirlendirdiğinde" ifadesi de aynı kaynaktan geliyor.
En baştaki vurgulanan, başımıza gelecek olayları seçebileceğimiz sanırısı, sinirlendiğimizde "sinirlendirdi/ler/niz" şeklinde açığa çıkıyor. Fakat olaya sakinlikle yaklaşmak, sinirleri alınmış profesyonel hassasiyetle yaklaşmak sadece bizim elimizde. E peki ya hiç beklemediğimiz bir olay gerçekleşiyorsa? Zaten bizi üzen, sinirlendiren de bu değil mi? Beklemediğimiz olayların sürekli deveran edeceğini her an kabulde sorun yaşadığımız için tepkimizi ayarlayamıyor olmayalım?
Hasılı... Görenedir görene, köre nedir köre ne? Veya "İncinme incitenden, kemalde noksan imiş incinen incitenden."
Ahmet A. KEFENOĞLU 14.01.2018 (Proje 99)
YORUMLAR