Arabasını ormana sürdü. Patika, eşek yolu, stablize yol... Bunları ayırt edecek kadar taşralıydı. Otoyoldan sağa ayrılan patikadan devam ediyor, arabanın teybinden ses gelmiyordu. Kilometre sayacındaki sayının birler basamağı üç rakam atladı. Hiç kimsenin geçmeyeceğini düşündüğü o gün, yine hiç kimsenin geçmeyeceğini varsayarak arabayı yolda bıraktı. Ve ormanın içlerine doğru yürüdü. Yürüdü.
Kayalıklar üç adam boyundaydı, aştı. Dereyi geçti. Devrilen ağaçların altından geçti, hep birbirinin sırtına binmiş ağaçlar yüz metre öteyi görmeyi engelliyordu. Yürüdü. Kayalıkları aştı. Yine bu nisbeten daha küçük bir kayalık tepe idi. İndi.
Yerin iki karış üstünde, bir adam boyu genişliğinde tepeleme toprağın olduğu küçük bir alana yaklaştı ağaçların arasında. Cebinden çakıyı çıkardı. Çakı, Denizli Yatağan çakısıydı. Açmadı çakıyı. Toprağın üzerine attı.
Ve gerisin geri dönerek kayalıkları aştı, ağaçları ve dereyi ve diğer, büyükçe kayalıkları geçti. Arabasına bindi. Teypten ses gelmiyordu. Çalıştırdı. Titreyen araba, birinci viteste gerisin geri döndü.
Ormana giden yolda, piknik yapanları görüyordu. OGS gişesinden geçti. Solladığı arabaları umursamıyor fakat acele de etmiyordu. Trafik yoğun değildi, tenhaydı yollar. Işıklarda durdu. Sağındaki arabadaki adama baktı. Kafasını sanki hiç bakmamış gibi çevirdi.
Araba dünkü koyduğu yerdeydi. Oğlu zaman zaman arabasını kullanıyor sabah olmadan eve en yakın münasip park alanına koyuyordu. Anahtarı cebinden çıkardı. Ve anahtarın yüzüne baktı. Güneşin ışıkları anahtarda belli belirsiz yansımalar oluşturuyordu. Kontağa taktı.
Ahmet A. KEFENOĞLU 26.02.2018 (Proje 99)
YORUMLAR