1.Yazdıklarımın çoğunda herkesin hemen anlamayacağı göndermeler var. Anlamadığını düşünenler okumasınlar; çözüm bu! Ne incinelim, ne incitelim.
Bu üslup benim için bir avantaj. Nasıl ki sanat müziğinde makamlar var, benim de bir çok yazım birtakım makamlara göre yazılıyor. Bir algoritması, matematiği var. Bu üslup benim için bir avantaj çünkü çoğu arkadaşım, okurum bu dile aşina olduğu için bu usûlle normal bir iletişime nazaran çok daha derin, çok daha hızlı, verimli anlaşabiliyoruz. Bir de şu var: kalemime aşina olmayan biri yazdıklarımdan fazla bir şey anlamaz; beni tanımayanlar da genellikle üslubumu beğenmez. Hatta anlatılanları saçma da bulabilir. Buna itirazım yok. Hatta bundan memnunum bile diyebilirim. Ne güzel işte, çok kimsenin diline pelesenk olmuyorum.
Bir de, bu serinin (Uzay Konuşmalarından Notlar) özelliği konuşma dilinden yazı diline çevrilmiş notlar olarak yayınlanıyor olması. Konudan konuya atlanıyor görünmesi bu husustan kaynaklanıyor. Her ne kadar tipik yazılarda olması gerektiği gibi giriş - gelişme - sonuç kısımlarına sahip olmasa da ait olduğu davadaki muhteşem tutarlılıktan ötürü "Uzaydan Konuşma Notları" da uzun vadede tutarsız değil.
2.Şimdi de oradan yine başka bir "biz"e geçmeye çalışıyorsun. Artık gerçek bir ortak akıl, gerçek bir şahsiyet olarak biz varız. Bizdesin. Bizdensin. Tüzel kişilik falan değil, hükmi değil yani reel. Bir iç matris olarak bir sistem olarak gerçekten var olan bir şahıstan bahsediyorum.
Cidden kendi tedbirlerini alıyor, engelleme, rast gelişlerini ayarlıyor. Bir "melek" olsa gerek. Yani bizim kendi aklımız hem var, hem yok. Akl-ı faal. Faal akıl tüm evrenleri kuşatan bir şey, mesele ona bağlanabilmek. Yani bu yaşananlar hep bağlanma aşamaları. Bal arısına vahyeden Allah, kullarına da, gayretkeş, zahmetkeş, işgüzar kullarına da güzel ilhamlarla imkan verecek, yol gösterecektir. Zaten duanın hedefi de bu değil midir? Allah, bizleri duamızda kararlı kılsın. Ölümlü dünya! Maksat yoldan çıkmamak; verimli, güzel yaşamak ve en güzel ölmek. Evet, ölümlü dünyanın temel meselesi aslında ölmemek. Güzel ölmek, insan için ölmemek demek!
3.O hikaye tarihte yaşanmış bir hikayedir!
Evet yazarın hikayeye ihtiyacı vardı ve Allah hikayeyi yarattı. Buna da yazarı vesile kıldı. Yazılan her şeyin yaşandığı âlemler var. O kadar kentrilyonlarca alemler var ki... Hikaye, âlem-i misalin bir alt katında yazardan bağımsız bir varlık haline geliyor ama çoğu yazarda metinle gerçek bir iletişime geçecek derinlik yoktur. Okurların ezici çoğunluğunda da hâkezâ; aynı derinlik yoktur.
4.Kuzey Amerika'nın keşfinde ve kolonizasyonunda ilk dönem... Önce İspanyollar ve Fransızlar hâkimler. Ama sonra ne oluyorsa oluyor ve İngilizler, Anglosakson damar hâkim oluyor. Özellikle Latin Amerika ve Kuzey Amerika farkına baktığımızda daha net bir şey görüyoruz. İspanyollar, İtalyanlar, Fransızlar becerememiş. Elitini oluşturdukları Meksika'da, Brezilya'da, Arjantin'de kayda değer, dişe dokunur sistemler, hayat, üretim ve yönetim mekanizmaları oluşturamamışlar. Kuzey Amerika'ya baktığınızda, ABD + Kanada, anlatmak istediğimiz anlaşılacaktır. Tüm dünyaya nizam verebilen bir idrak, bir sistem anlayışı! Nedir fark? Nedir sebep? Ben aradaki anlamlı farkın "Anglosakson asil sınıfı" olduğuna eminim. İspanyol, Fransız, İtalyanlar sıcakkanlı, biraz da tabir caizse gevşek Akdeniz insanları. Kültürleri de biraz öyle. O yüzden soğuk yüzlü, çelik disiplinli, feminen duygusallıktan uzak Anglosaksonlar kendi "düzen"lerini dünyaya dayatmış durumdalar.
Almanlar bunun neresinde diye sorulacak olursa, ta merkezindeler, derim. 2016 yılı itibariyle ABD'de kabaca 325 milyon olan nüfusun 45 milyonu safi Alman Amerikalı (German American) diye tanımlanıyordu. 17 ve 18. yüzyıllardan itibaren Anglosakson Amerika'nın işçi, beyaz yakalı derinliğini Alman Amerikalılar oluşturmuştur desek abartmış olmayız.
Bu bizim coğrafyalarda da bir organize asil sınıf olmadıkça, bazı akılsız kütleler kendi kumlarını (!) avuçlamaya devam edecek. Yoksa; giden ağam, gelen paşam. Böyle gider bu!
Kağıt üzerinde herhangi bir sistem değişikliği veya aslında birbirinden altkültürel anlamda farkı olmayan kadroların değişimiyle gerçek bir fark oluşacağını sanmak en hafifinden naiflik, genel planda da akıl ve idrak yoksunluğudur.
5.[MARJİNAL BİR TEZ OLARAK:] Bir önceki "dünya medeniyeti" Orion üzerinden kurgulanmış bir mimariyle, yerel pozisyonla inşa edilmiş Giza piramitlerini merkeze alan bir ekvator üzerinden dünyayı kontrol etti. (Diyelim.) Ve hatta diyelim ki, "Bina ustası olan ve dalgıçlık yapan her bir şeytanı, bukağılara bağlı olarak diğerlerini de, onun emrine verdik." (Sad, 37-38) Bina ustasını "mason" olarak çevirmek daha makul geliyor bana. Mason duvarcı, bina ustası demektir. Dalgıç şeytanlardan da bahis var. İşimiz biraz da denizlerleymiş demek ki. (Rüzgarın emir altında olmasını da hesaba katacak olursak kara, deniz, hava hakimiyeti tamamlanıveriyor.) Bir de "diğerleri" var. Bukağı diye de çeviren olmuş ama "birbirine zincirlerle bağlanmış"lardan ben en çok "emir komuta zinciri"ni anlıyorum. Bahsi geçen Peygamber de belki de bir önceki ırkın peygamberlerindendi. Veya bildiğimiz Süleyman aleyhisselamın bir önceki ırktaki izdüşümüydü. Kim bilir! Paskalya Adası'ndan başlayan bir hat, Latin Amerika'dan, Afrika'dan, Dogonların Ülkesi'nden, meşhur piramitlerden, Pakistan'daki Mohenco-daro'dan ta Japonya açıklarında deniz altındaki bazı binalara kadar uzanıyor. Bu hat, Süleyman aleyhisselamın altı ve üstündeki dünyayı takip ettiği nöbet hattı olabilir.
3 yıldızlı bir sistem! Türe diyor ki, "Zülkarneyn hadisesi zamanda yolculuk değil. Daha farklı bir kafayla bakalım. Güneşimizin galaksi içinde takip ettiği bir yörünge var. Bu yörüngede bir noktada bir karadelik var ve bu karadelik başka bir gezegeni yutacakken Zülkarneyn onlara yardım etmeye çalışıyor. Ayetlerin anlattığı bu hadisedir." Bu bir iddia. Türe bunu temellendirmeye çalışıyor.
Güneşimizin, (dolayısıyla etrafındaki seyyarelerden oluşan Güneş sistemimizin) tuttuğu yolda, yani yörüngesinde başka (en az) bir (insanlı / dabbeli) gezegen var. Biz adım adım onun geçtiği yoldan geçiyoruz. Peşindeyiz! İşte o gezegenin yardımına giden Zülkarneyn'in meselesi bize anlatılıyor ki biz de tedbir alalım.
[VE TÜRE'NİN ANLAYIŞINA BENİM MARJİNAL BİR KATKIM OLARAK:] Aslında sistemimiz bir değil üç güneş tesiri altında (olabilir). (Bunun Orion Kuşağı'nda üç yıldızın olmasıyla ilgisi yok. Zaten o üç yıldız da bizim baktığımız yerden öyle üst üste duruyorlar.) Ama bunlar; o kadar uzun bir yörüngedeler ki şu daracık zamanda ürettiğimiz bilim henüz bunu fark etmedi.
6.Görünen yığın kültürümüzde fertleri soyut kurallara uyarak sistem fikrine imanla organize etmek neredeyse imkansız. Adı sanı konulmuş lider görmek istiyorlar. "Kural şudur onun için bunu yapmalıyız" diye bir şey yok. "Liderin emridir, şöyle yapılacak" var. Yani sanki somut bir şey, hâşâ min huzur, gözle görülecek, elle dokunulacak put istiyorlar.
"Turanî kavimler 5000 yıldır sürekli beylik ve minimalist yapılar halinde örgütleniyorlar."
Yüksek teknoloji, elit "know-how" üretemeyişimizle çok bağlantılı görüyorum ben bunu. Karmaşık üretim modeli gerektiren entegre tesisler ve kurumlar oluştururken olması gerektiğinden çok daha fazla müşkülatla karşılaşıyoruz. Yapan, yapmaya çalışan bilir.
Bazı uzmanlıklara yatkın olmayışımız, bazı ince işler, hesaplama, planlamalar, eksikleri dışarıdan tamamlama yöntemiyle aşılmış. Büyük Selçuklu ve Osmanlı devletlerinde devşirme sisteminin kurulmasının en önemli sebeplerinden biri bu. Eğri oturalım, doğru konuşalım. Fatih Sultan Mehmet, dehası tartışılmaz bir lider. İstanbul'un fethi için gerekli teknoloji ve ekipmanı ülke dışından getirdiği uzmanlarla üretiyor. Urban bir gayrimüslim Macar mühendis. Donar ise yine gayrimüslim bir döküm ustası.
Devşirme sistemi bir müddet sağlıklı yürüyor ama sonra iş gayrî millî bir vesayete dönüşüyor, zulmoluyor. Belki bazı konulara genetik yatkınlığımız biraz zayıf. Ama yatkın olanlarla ayrı bir iç kavim oluşturabilir. "The others"la, ötekilerle, almazlarla kasdî, iradî temas kurmayan bir fiktif azınlık. Ciddiyim. Temas gevşetir.
(Sistemsizlik, güdümsüzlük, bereketsizlik, biteviye bir kabusu yaşıyormuş gibi işlerin olacak gibi olurken olmaması, bunun tekrar tekrar olması.) Buna sebep olan safsatacı bir zihin yapısı... "Fallacy" ile çalışıyor çoğunluğun kafası. Türkçesi "kıyas-ı batıl". "Safsata" da deniyor. Akıl yürüme ilkeleri vardır. Akıl yürütememe ilkelerine (!) de "safsata" deniyor.
Kafamızdaki ideal için daha da ümitleniyorum. Sadece, geniş bir kesimi ihmal etmek gerektiğini görüyorum. Çünkü hak etmiyorlar. Yani gözüme bunlar mutasyon ehli görünüyor. Orklara karışmış Uruk-hailer bulunca "şükür" diyoruz. "Buna da şükür! Hiç yoktan iyidir."
7."Özellikle birine mi kızdın, yoksa bu insanlarla ilgili genel kanaatin mi?"
Sezgileri çok kuvvetli bir eczacı arkadaşım o tiplerin hormonlarında sorun olduğu tespitini yapmıştı. Türk erkeklerinin çoğunun özellikle testosteron sorunu varmış iddiasına göre... Bu çok yaygın korkaklık, kaypaklık, zayıf muhakeme vesaireyi açıklıyor olabilir. Özellikle 30'undan sonra... Ben buna da almazlık diyorum, böyle bir mıymıntılık, bir kanaât zayıflığı...
Sadece testosteron değil, milli diyetimize bağlı olarak dopamin dahil bütün önemli hormonlarda sorun var. Aşırı ekmek, yağ, şeker tüketimi. Kan şekeri düşük olduğunda nasıl net bir şekilde muhakeme sorunu ortaya çıkar, değil mi? Ortalama insanın tükettiği yağ, şeker, karbonhidrat oranı net biçimde genel aklı etkiliyor. Bu artık norm kabul edildiğinden ortalama kültürümüzün anormalliği fark edilmiyor. Bu alt kültür normal ve değişmez sanılıyor. Bu alt kültür, aslî kültür sanılıyor. Radikal bir çözüm önerisi olarak "komple yeni bir mutfak", bütünüyle bambaşka bir beslenme düzenini savunmak gerek.
ABD'de "redneck"ler bizim gibi beslenir. Muhakeme tarzları, analitik zayıflıkları ne kadar da "biz"e benzerdir. Zaten sonunda gidip Trump'ı da seçtiler.
8.Ayvaz derken özel bir zeka çeşidini kastediyorum. Hem bir zeka çeşidi, hem de bizzat nefsimizi aşan bir aklın parçası olarak, (faal akla bağlanarak, ilhamla, inayetle, hikmetle) yolda yürürken gereken duruşun adıdır.
Kendini mütemadiyen güncelleyebilen, en küçük hatasından bile derhal ders çıkarıp, çıkardığı dersten sonra "kim ne der" diye utanmadan hemen yanlışından dönebilen. Feminen algıya uzak. Ölçüler net, pratik, defalarca denenmiş ama bizzat yaşayıp, görmeyen için izahı biraz zor.
En çok ticaretle anlaşılan bir şey bu biliyor musun? Peygamberin en çok tüccarlık mesleğini yapmış olması sanırım bunu biraz açıklıyor. Peygamberin uzun süre yaptığı diğer meslek, hilfulfudül riyasetidir. Bir çeşit legal mafyalık, bir çeşit zenginden alıp, fakire verme durumu. Başkasının haklarını korumak için gerekirse aşiret reisi amcanın yakasına yapışıp, hesap sorabilme. O günün Mekke'sinde hakim kültürü tanımadan, doğru bildiği neyse yapmak.
Bunu bir arkadaş çevresiyle, hılfulfudül'le, "erdemliler cemiyeti"ndeki seçilmiş arkadaşlarıyla yapmak. Belki ona da, "siz de herkesi arızalı görüyorsunuz" diyenler oluyordu, kim bilir! Ya öyleyse. Ya hakikaten paçoz bir kültür bütün bir toplumu veba gibi değil hakikaten bir veba salgını, aids salgını olarak sardıysa. E anlamayan ahmakları görmezden gelmeli. Ayvazlığın şiarındandır. Verimsiz, güdümsüz engelleri görmezden gelme sanatı en güzel ayvazlarca icra edilir.
Direkt formülasyonu çok zor ama pratikte gerçekten işe yarıyor. Ayvazlık diyoruz buna.
Ayvazlık işaretle, hâlle öğretilebilir. Kadim bir racondur.
Ayvaz kök bir sıfattır. Her şeyin zıddıyla bilindiği doğrudur ama bazı kavramların tam zıddı yoktur. Ayvaz'ın da tam zıddı yok ama zıddına yakın sıfata "almazlık" denebilir. Allah'ın dediği olur. Pek çok ayette çoğunluğun hataya doğal olarak yatkın olduğu, onlardan geri durulması gerektiği ifade edilir. Bu çoğunluğun tek fertlerine almaz deniyor.
Almazlarda bir çeşit kibir vardır. Ne zaman bir şeye emin olsalar (kesin diyeyim sana) tercihleri muhakkak saçma sapan yanlışlara sebep olacaktır. Mesela bir durumda mümkün beş seçenekten gidip en aptalca olanı seçeceklerdir.
Evet, almazlarda kibrin özel bir çeşidi var. Yani bir olay / durumda o olayın kendi iç mantığıyla değil muhatabının senin iç aynandaki izdüşümüne bak. O adamlarda bir hâl görürsün, dersin ki: bu hâl varsa hata da vardır. Zombi gibidirler; onlarla konuşurken duvarla konuşuyormuşsun gibine gelir. Bak bu idrak öğretilemiyor. Kendin bunu bir kere ediniyorsun sonra çok netleşiyor görüşün. Çok daha hızlı, genelde ilk bakışta, ilk temasta anlamaya başlıyorsun. Kim nasıl bir insandır. Kiminle yola çıkılır. Kim hastadır, kim sağlamdır. Kimin hastalığı arızîdir, kiminki artık cevherine işlemiştir; bakar bakmaz anlamaya başlarsın. Elbette hata payı vardır ama basiretin, ferasetin bir yaz gündüzü kadar bulutsuz, görüşün de o kadar açıktır.
Kalbine bak. Ne idüğünü merak ettiğin, öğrenmek istediğin şeyi bırakıp, başka bir şeyle meşgul olmaya başladığında birden zihin/kalp aynanda okuma eylemi sonuç verir. Şuuraltın çalışmış, neticeye çoktan ulaşmıştır. O adamlardaki o kibri fark edersin. Ama köylü kibri, kifayetsiz bir kibir. Genetik diye düşünüyorum onu ben hep! Ama ademoğlunda o genetikten kurtulma / dönme/ yükselme yeteneği de var. İnsan genlerinden bazıları yaşarken aktive olup insanı yeni bir türe, "o tür"e evirebiliyor. Mecazen demiyorum, bu gerçek anlamda böyle.
Zikirle oluyor bu. Ama bu bir şeyi tekrarla yapmak anlamında zikir. "Bir şey kırk gün yapılırsa fıtrat olur" derler. O hesap!
Ayvazlıktaki kalp feminen olmayan bir üst akıldır. Günlük dille kavramları doğru yere oturtmak, onları hakkıyla ifade etmek zor. Bu örneğimizde, ayvazlık feminen olmayan bir üst akılken, masküler de değildir. O kendisidir. "İçindeki içindedir!" "O neyse odur!"
Ben derim ki; başarmak bu kadar masraflı olmamalı. O yüzden derim ki bunun bilgisi var. Çabuk anlaşılıyor. İşlerinde, ilişkilerinde hayal kırıklığı yaşıyorsan hata ediyorsun.
Bunu çok önceden görmeyi mümkün kılan bir idrak biçimi var. Hani bir hal olur, dersin ki elemana, senin işinde uzmanlığım, bilgim yok; ama her ne yapıyorsan yanlış yapıyorsun. Bu hâl seni başarısızlığa götürür. Ne sağcı, ne solcu, ne sosyal demokrat, ne milliyetçi, ne islamcı, ne şucu buculuğun bu hali giderdiğini görmediğimden mezkur ve mevcut ekollerden, anlayışlardan, "yol"lardan hiç bir beklentim olmadı. Ne bekliyordun ki hayal kırıklığına uğrayasın!
Herhangi bir işin yapılmasına dair temel analitik algı yok ki. Yokluğun farkındalığı da yok. Fakirler ama kendilerini zengin sanıyorlar. Ne yapmalı? Onları görmezden gelmeli.
Mesnevi'deki talimatla: "almazlardan uzak dur!" Milleti zengin etmenin gerçek yolunda yürünmeli.
Ahmet Kubilay 2018-02-07 18:14:25
YORUMLAR