"İmtihan"ın asıl meselesinin mevcut dilden yeni bir dile geçmek olması ihtimali nedir?
Bütün yeryüzü aynı lineer dilleri konuştuğu için, hiç toplu halde denemeyince ortaya çıkmayan bazı yetenekleri veren şeyin aslında dil olduğunu fark etmiyor olabiliriz. Olabiliriz değil aslında tam olarak öyle.
Bu yeni dili konuşmak "din"den kastedilen şey olabilir mi?
Yani dünyaya dair bir şey değil. Dünyayı daha adil bir yer haline getirmek, galip gelmek vesaire de değil. Kehf'in başındaki ikaz bunun için olsa gerek. "Şimdi sen, bu söze inanmazlarsa, belki de arkalarından kendini eritircesine üzüleceksin." (Kehf 6)
Sadece bir savaş düzeninde örgütlenmek. Başkaları için yaşamak ve aşırı gayret göstermek. Cihat ceht kökünden geliyor. Skor esaslı değil oyun kalitesi esaslı oynamak. Yensek de muhteşem yenmek. Yenilsek de muhteşem yenilmek. Bunun hikmeti nedir? İllâ ki kazanacağım diye insanı kalleşliğe, hukuksuzluğa, raconsuzluğa, delikanlılıktan uzağa götürme riskinden kurtulmuş oluruz. Esas olan iyi oynamak. "Geçme namert köprüsünden / Ko aparsın su seni!" Rasulullah fetihten sonra Mekke-i Mükerreme'ye girdiğinde "Sizin bize yaptığınızı biz size yapmayacağız" tavrına bürünür. İşte delikanlılık budur. Allah'a itimat edersiniz. "Fırsat elimize bir kez geçti" deyip, Allah'a itimatsızlık etmezsiniz. Hani tekrar "karşı taraf"ın eline fırsat geçerse neler neler olur diye düşünmeden, sade ve saf biçimde adil olursunuz. Ama bunu yapamayana da saygı duyuyoruz çünkü sahabeler gibi bir araya gelip bir yola revân olmak her er kişinin harcı değildir.
Hucurat 15. ayete bakalım: Mümin'i "illa" diyerek tek bir şekilde tanımlıyor: "Malıyla, canıyla, Allah yolunda". Burada yaşamanın gayesi veriliyor. Bu bir savaş düzeni gerektirir. Ve savaş düzeninde hem iç iletişim için dünyadaki bilinen diller içinde en mükemmel biçimde yapılandırılmış bir lineer dil; hem de omuzlar birbirine sımsıkı bitişik, senkronizasyon için uyum ve ortak hâl inşaı için yeni bir nonlineer üst-dil gerekir.
"Fetelekkâ" ayeti (bakara), "Adem efendisinden kelimeleri telakki etti" (aldı der klasik dinci/mealciler) oysa doğrusu telakki etmek, bir sistem olarak almaktır. Füsus'ta İsa kelimesi, Musa kelimesi diyor. Bunlar da kod örüntüleri... Yani İsa, Musa vb hem bir kadronun, cinsin adı; hem de bütün cinsi temsilen zirvede birer İsa, Musa vb vardır.
Her örüntünün bir sembolleşen; işin merkezinde, işi şahsıyla, hayatıyla temsil eden tek peygamberi de var ama aslında her makamın, her "kelime"nin her birinden, başka başka zaman dilimlerinde aynı anda yaşamakta olan, binlerce peygamber var. "124 bin"den maksat çok çok fazla demek.
Bunlar bugünkü tabirle holografik-mekansal bir anlayışla hem yeryüzünde, hem de pek çok paralel dünyada vardırlar. İnisiyeler daha alt kadrolar olabilir. Tasavvufta makam dedikleri bu olsa gerek. Hani "bir kimse hızır makamına eriştiğinde 'ayn-ı hızır' sanılır"daki gibi.
Peygamberlere inanmak imânın şartlarından. Bunu günlük hayatta nasıl uygulayacağız. Her peygamberin karşılık geldiği bir "kelime", bir kodlar örüntüsü var. İnanıp, salih amel işlerken karşılaşacağımız problemleri kendisiyle çözeceğimiz "zekâ"ya faal akıl'dan süzülen, faal aklın uzantıları olan bu kelimeleri, duruma, zaman ve zemine göre kullanarak erişeceğiz. Her peygamber bir kodlar örüntüsüne tekabül ediyor. Yöntemler, zeka ışıltıları, bir ağa bağlanır gibi faal akla bağlanıp, dava yolunda yürümek. Sinirleri alınmış profesyonel bir hassasiyetle ve tarihin gördüğü en zeki strateji, taktik ve usûllerle...
Tao'nun sistemiyle Arabi'nin anlattıklarının sistem bakımından benzeşmesi normal. Bu benim inancımı şüpheye düşürmüyor. Birbirinden habersizken aynı karmaşık şeylerden bahsetmeleri temel bir hakikatın varlığına işaret ediyor olamaz mı? Bir kafir bir matematik kuralını buldu diye biz o kuraldan bahsetmeyecek, o kuralı bulmayacak mıyız? Şu zayıf idrakliler biraz ayrılsın, bizden ayrı oynasın bakalım. Bu, Arabi'nin Tao'ya, Mao'ya kapılıp, onların dilini konuşması değildir. Bugün "batıl" hâle gelmiş inançların bir kısmının da "vahiy" kökenli olma ihtimalini unutmayalım.
"Ölmeden önce ölünüz" meselesi de bu konuyla ilgili. İbni Arabi'nin bedel mevzuu da. Yerine bir bedel konur, aslı başka yere gider. Dille alakalı. Dil de şahit olmakla alakalı.
Şehit olmak ve şahit olmak aynı şey, Türkçede biz zamanla farklılaştırmışız devlet menfaati için.
"Eşhedü" derken şahit olmak, şehit olmak oradaki mesele. Yoksa her mümin kul, savaş meydanında şehit olmak için dua eder, yeryüzü savaşlardan kurtulamazdı. Hayır, herkes için şehit olma ihtimali vardır. Esas olan "şahit" olmaktır.
Bu dil meselesinden muhatapların anladığı, benim kastettiğimin biraz dışında. Yanlış değil ama dışında...
Brezilya'daki Piraha kabilesi nonlineer bir dil kullanıyor. Piraha kabilesinin dilinde zaman, sayı, renk, yön çok farklı ifade ediliyor. Zaman yok. Tarih bilinçleri yok. Ve bunun fizik bir karşılığı var: Günlük 15 dk ila 2 saat arasında uyuyorlar. Bu ömür boyu böyle. Sanki bu kabile uzaylı bir ırkın dilinin çok basitleşmiş, soluklaşmış bir mirasını takiben konuşuyor.
Bütün insanlık aynı lineer dilleri kullandığı için, yani kodlar aynı, yazılım dilleri farklı olsa da kodlar aynı, o yüzden fark etmiyoruz. Bu dehşet bir sır.
İnsan donanım, dil yazılım. Ve birçok özellik lineer dil yüzünden çalışmıyor. Bütün insanlık aynı lineer diller ailesini kullandığı için de bunun kimse farkına varmıyor.
Oysa Kuran, lineer bir dilde değil. Mesnevi Sahibi, "ibnül vakit ol" der. O yüzden bazı çözülemeyen tekrarlar, anlaşılamayan huruf-u mukatta var.
İbnül vakit, yani "vaktin çocuğu" olmayı çoğu, ânı yaşamak, olaylar karşısında gereken duruşu göstermek vs diye algılar... Oysa ibnül vakit, lineer bir dille dünyaya bakmayan, sadece şimdiden ibaret bir zihin dünyasında yaşayan insan demek. Hatta bir mânâda "şimdi"nin bile dışında, zamansızlığı yaşayan bir insan: "insan-ı kâmil" demek. İnsan-ı kâmil meselesine gelince, o tek kişi değil. Grup halinde, sahabeyi takliden bir araya gelip, birbirleri için, yüksek gayret için yaşayan insanların manevi şahsına, oluşturduğu iç-matrise deniyor.
İç içe geçmiş alemlerde yaşıyoruz. Merkez âlem diye gördüğümüz, "imtihan"ın döndüğü âlem müşahede alemi ve bu müşahede âlemine bir sürü iplik gibi bağlarla bağlı âlemler, âlemcikler var. Bir grup insan, mümin olmak, insan olmak kastıyla bir araya gelir, sıkı namaz kılar, hani şu 24 saat süren "salat" denen hali yakalar, omuzlarını sıkı sıkı birbirine bitiştirirse, ortak bir âlem yaratılır ve bu o topluluğun bütününden bağımsız, hür bir varlık halini alarak dünyada, sosyal hayatta şuurlu örüntüler oluşturur. Doğrusunu Allah bilir.
Pirahalara bak! (Belki de) Lineer dillerden ufak bir kopuş, uyku ihtiyacını değiştiriveriyor. Ki söz konusu olan çok cahil, ilkel bir kabile. Bir de yüksek organizasyon aklıyla lineer dışı bir dile geçilse, ne olur?
Kuran lineer bir dille inmemiştir. Bak, "ahiler Kuran'ı, Kehf merkeze alınmak suretiyle sarmal okurlar" derler. O da bununla ilgili. Bazı kafaları karıştırmamak için şöyle izah edeyim.
Kuran'ın yaygın olan iki okunma usulü var. Birisi bildiğimiz Fatiha Suresi'yle başlayıp, Nâs Suresi'yle biten yaygın sıralama. Diğeri nüzul sırasıyla yapılan tertip. Bir de sarmal okuma var. Kuran aynı Kuran. Ama özel zamanlarda, Peygamber emrine uyarak Deccal'e karşı Kehf üzerinden yürütülmesi gereken bir mücadele olduğunda, Kehf'i merkeze alarak bütün sureleri onun üzerinden belli bir intizam ve tadil üzerinden "sarmal" okumak söz konusu. Ehli bilir.
Lineer dili terk etmek üzerinde düşünmeliyiz. İnsan dün, bugün, yarın kavramları, kipleri olmayan bir dille nasıl konuşur, diye düşünmeliyiz. Harfsiz, hecesiz, kelimesiz nasıl konuşabiliriz, düşünmeliyiz. Vahiyden asıl maksat bu üst dil olmasın sakın?
Kun fe yekun: "ol der olur" der. Bir de "Allah’ın ahlakıyla ahlaklanın" meselesi var. Allah'ın ahlakı ol deyince oldurmak mıdır? Dil iletişim vasıtası diye düşünürüz. Doğru ama çok eksik... Dil aynı zamanda yazılımdır. Donanımı harekete geçirme vasıtasıdır. Belki de o piramitleri Hz. Süleyman yaptı, yaptırdı ve o piramitleri yapanlar lineer bir dil kullanmıyordu. Yirmi kişi halka yapıp el ele tuttu mu kayalar havalanıyordu! (Kim bilir!)
Hani "inşallah" dedikleri gün tünel açılıyordu. Yani mesele müslimlerin ilk anladığı şey değil. Aynı zamanda bir kodu kullanabilmek kastediliyor olmasın.
İçinde olduğumuz evren, yani görebildiğimiz, hesaplayabildiğimiz evren ve özellikle (m-string vb teorilerden sonra) bazı bilimsel gelişmelerden sonra varlığına her geçen gün daha net ikna olduğumuz paralel evrenler, bizi köpük köpük evrenlerle dolu bir "kainat" algısına götürüyor. Evrenin kendisine anlam biçemiyoruz çünkü evren kendisine anlam biçebileceğimiz konseptlerin içerisinde değil. Evren, datanın arayüz edilmiş ve grafikleştirilmiş hali olabilir.
Bu evren "Rab"be ait bir simülasyondur. Birbirinde fani olmak bizi yıkılmaz yapacak. Asıl dile geçebildiğimizde, ki nonlineer deyip durduğuma bakmayın, "gönül dili"dir o, ölmeden ölmek nasip olacak. Rasulullah öldü mü ki? Bu dünyadaki son anlarında şehadet parmağını göklere uzatıp, "Yüce Dost'a" dedi. Biz de ölmeyelim, biz de öyle diyebilelim. Esas olan Hucurat 15'in öngördüğü organizasyonu sağlamak. Kalan her şey süfli ayrıntılardan ibaret. Yol varsa, yolcu da var. Yolunda yürüyelim.
Ahmet Kubilay 2018-02-02 15:01:51
YORUMLAR