Uzaya Açılan Sokaklar: Yayın Dönemi

Oğuz Akıncı

Yayın dönemine girildikten sonra, ona Yeni Yayın diyenler de vardı. Bir şeye yeni demek için eskisinin de olması gerektiği mantığı pek yürümese de buna inanan çoktu. Yeni kavramlar muhayyilemizde toz bulutlarının belirmesine sebep oluyordu. Toz bulutu iyiye yoruldu, çünkü bu yeni bir yaşam demekti. Hareket, talihimize nokta atışı yapsa da uzaydan yeryüzüne meteorlar yoluyla işimize yarayacak madenler yollasa diye medet umuyor idik. Yeni kavramlara en çok biz aşinaydık. Çünkü tembellerin en çalışkanı olduğumuz için, silip süpürülen dünyamız maharetli ve vicdanlı eller tarafından kullanabileceğimiz ölçüde bize bırakılmış, bir bakıma terk edilmişti. Şimdi size bu olaylardan ilginç bir bölümü eski dille anlatacağım.

Zayıf Yürükler vardı. Zayıf yüreklilerdi. Dünyada bir mısır, bir de Yürükler çoktu. Geriye kalan her şey kıttı. Demir bitmek üzereydi, kalanı da elektrik sağlamak için büyük kurumlarca kullanılıyordu. Asıl amaçları Yürükleri dünyaya terk ederek uzaydan gelebilecek ilk umuda savaş açmak ve onu ele geçirmekti. Sanki o maharetli el atmosferimize bir çizik atıp arşı ve arzı kokteyl yapmak istiyordu.

Bilginin iradesi kesinleştiği için gideceği zihni kendisi seçiyordu. En gelişmiş yazılımların cevherlerinde taşınan saf ve gerçek madenler bilginin hazdan yana seçim yapmasına sebep oluyorlardı. Makineler yeryüzünde kudretini bulup uzaya çıktıktan sonra eğip bükülen metal atıklarına dönüşüyorlardı. Neticede her şey doğaya dönmek üzere evriliyordu. Haz da her şeyin uyumu uyumuna olmasından başka bir şey değildi. Haz ve bilgi yan yanayken, Yürükler ve bize kalan safsatalar, yarım yamalak doğru bilgiler ve bolca öfkeydi. Öfke bu ikisiyle birleşince önümüzdeki kalan imkanları görmemize engel oluyordu.

Şeyler "insan için" göründükleri kısımlarıyla "insan kadar" varlardı. Bunun farkına vardıktan sonra, eşyanın öylece orada durduğunu, enerjimizle bir bağlantısı olduğunu çok sonradan anladık. Geçmişteki aklımızla da gelecekteki aklımızla da uyum içindeydiler. Bazılarımız bunu sadece şimdiye hitap eden tam da şimdi çözebileceğimiz bir mesaj olarak gördüler. Ama yanlıştı, o ölmemişti, diriydi ve "bütün tabelayı" oluşturuyordu. Zaman doğrusal bir düzlemde ilerliyor zannedilse de aslında dairesel bir biçimdeydi. İçinde ne kadar sınır varsa dışı o kadar sınırsızdı. Bütünü görebilmiş birkaç kişi haricinde geçmişteki insanlara ata demememiz gerekiyordu, asıl atalarımız gelecekteydi. Yaygın anlayışa göre bütün bilgi geçmişten geliyordu. Bazılarına göre ise bazı bilgileri gelecekteki gelişmiş insanlardan alıyorduk.

Yayın dönemi öncesinde eşya, olduğu gibi kullanılmaktan çok, olmadığı şekillere bükülebiliyordu. Neticede bir şey, başka bir şey olabiliyorsa biraz da oydu. Bununla birlikte doğa, denge sağlamak için bir taraftan aldığını başka bir tarafa koymuyor, diğer taraftan da eksiltiyordu. Parayla alışveriş yapamıyordunuz. Yürüklerin yoğun yaşadığı yerlerde ara sıra ufak karmaşalar çıksa da hiç kimse korkudan büyük hareketler başlatamıyordu. Cesaretiniz kadar varlık sahibi olabiliyordunuz. Ve kelimenin tam anlamıyla aslında hiçbir şey değişmemişti. Çok hızlı bir geçişin kavmi olduğumuz için eskiden bolluk olarak adlandırılan dönemin iki nesil sonrasında gelen büyük yıkıma da şahit olduk. Gucci ve Prada amblemli "bezlerle" aylaklarımız tiner çekiyordu. Balicilerin ve tinercilerin en şanslı olduğu dönemdeydik. Hala varlığını sürdüren birkaç kuru ağacın altında oturup dünyanın düştüğü durumu büyük bir hayretle izliyorlardı.

Yayın döneminin ilk hareketi bu sefalet zamanlarına denk gelir. Aslında hiçbir şeyin değişmemiş olması, değişmek gerektiğinin tek göstergesiydi. Havadaki kirlilik oranı Yürüklerin telaşından daha fazla değildi. Buna rağmen beynimize ulaşan kirli yaşam kaynağı bile kendini yok etmek istiyordu. Hareket şarttı. Her yolda rutin bir şekilde kurulmuş hanlar gibi şehrin bazı noktalarına Maî adı verilen merkezler kurulmuştu. Bu kurumlar çok iyi gizlenmişti. Yürükleri kabul etmemekle birlikte yönetici ilkelerini koruyabilmiş güçlü ruhlu kimselere kapıları sonuna kadar açıktı. Bilginin kaçışı varsa da kurtuluşu yoktu.

Yaşam kodları değişse de insan yaşayacak motivasyonu buluyordu. Fiziksel koşullara hemen uyum sağlanmıştı. Fiziksel hareket özellikle minimalize ediliyordu ancak zihinsel faaliyet kıtlığı daha fazlaydı. İmtihan. Yapılması gereken net şeyler vardı. Bir kere Yürüklere hiçbir şekilde hiçbir iş, aş, oluş emanet edilmiyordu. Hayırlı tek bir faaliyete sebep olmadıkları gibi düştükleri telaş ve panikle kurguladıkları hain planlarla sonumuza son katıyorlardı. Bu uzayışın bir sebebi vardı. Kadere de çakılacak bir çivi...

Maîlerin sağladığı ilk olanak yemekti. Orada yemek yemenin ilk şartı Yürüklerden olmamaktı. Yürüklerden olmamak demek daha az kirlenmiş ruh demekti. Temiz ruh ise temiz cevher, temiz cevher ise doğru bilgi kalıntısı... Yayın'a sunulacak üretim işte böyle başlamıştı.

O dönemden bin yıl kadar önce de böyle bir hareket sayesinde dünyanın ömrü bin yıl uzamıştı. Tekke, medrese, ...hane olarak isimlendirilen merkezler Maîlerin geçmişteki versiyonlarıydı. Tabii Yayın öncesi zamanın bilgisiyle böyle düşünüyorduk. Yayın döneminde boyutların ve çağların iç içe geçmiş bir bütünü oluşturduğu gerçeğiyle karşılaşınca tarihten gelen bilgilerin de bir önemi kalmadı. Ve anladık ki kadere çivi çakmak serbestmiş ama çekiçleri vermek ancak yazgının işiymiş.
Oğuz AKINCI