Öyle Bir Şey Var mı? Lütfen Olsun Çünkü…
Kavramların beyinde uçuşmasıdır düşünmek. Onları yakaladığımız ölçüde varlığımızı kanıtlayabiliriz. “Düşünüyorum o halde varım.”. Sevgili okur, size kendinizi özel hissettirmek isterdim fakat “insan” diye genel bir tabir kullanmak durumundayım. Descartes’ın bu sözünü çoğu insan duymuş, okumuş, aklından geçirmiş, söylemiş olmalı. Ama –hep bir ama olur ya- bu sözden ya da benzeri hakiki sözlerden kurşun yeyip yaralanmış ve açılan deliğin ardında görünen uçsuz bucaksız vadiye bir gözünü dayayıp bakabilen çok az talihli olsa gerek. Talihli diyorum çünkü anlamak yola çıkmayı sağlar, ya da yoldan çıkmayı.
Şanslı olmak yolu tamamlamak mıdır? Hayır. Talihliler arasında da mertebe vardır. Yani bu söze vakıf olmanın da seviyeleri, bütününü oluşturan parçaları var. Bir şeyi bilmek ile bir şeye inanmak arasındaki değişikliği anlamaya çalışmalıyız. O anda mertebenin çalışma ile elde edilebileceğini görebiliriz.
Mertebeden kasıt yaşam kalitesidir. İnanç, insanın yaşamını sürdürebilmesi için yeterlidir. A ve B farklı olduğuna göre, "yaşamın sürdürülebilmesi” ve “yaşamın kaliteli sürdürülebilmesi” farklı şeylerdir. Bilgi, bu yüzden inancın üstündedir. Çünkü yaşam kalitemizi bilgi arttırır. Kaliteli yaşam, kalitesiz yaşama göre daha makuldür. Tabii burada bir tercih hakkı doğuyor. İnsan kalitesiz yaşamı tercih ederse, zarar görür. Kaliteli yaşamı seçerse, zararı en aza indirir. O halde sağlaması yapılmamış her bilgi inanç içerebileceği için sorgulanması gerekir. Bildiğimiz her şeyi unutmalı ve yeniden inşa etmeliyiz.
Bazı bilgiler kesindir. Onları kolayca atlayabiliriz. Örneğin insan yemeden, içmeden, uyumadan, ışıkla temas etmeden yaşayamaz. Bunu hem bilir, hem de inanırız. Çünkü yüzyıllardır var olagelen olaylar bize bu bilgilerin sağlamasını yapmıştır. Aynı zamanda gelecekte bu bilgilerin değişebileceğini de biliriz. Yani bir kaza sonucu mutasyona uğrayabileceğimizi düşünelim, yeme-içme ihtiyacımız olmayabilir… Fakat bugün A kişisi ulaştığımız son verilere ters düşer şekilde “İnsan muz yemeden yaşayamaz” derse bu sadece inanç olur. B kişisi, A kişisinin bu sözünü duyup muz yemediğinde kendisinin yok olacağına inanırsa bilincini kısıtlamış olur. Böylece evrendeki rolüne zarar verir. Çünkü muz yememek vücuda, akla, vicdana, zekaya, yani bunların toplamı olan karaktere (duruşa) ve onu da kapsayan harekete zarar vermez. Oysa kaliteli bir yaşam sonucunda insanın gerçek şeylere ulaşması için aklını, vicdanını, zekasını, duyularını zararlı kodlardan uzak ve faal tutarak hareket halinde olması gerekir. Hareket varsa bunun bir yerlere ulaşması lazımdır. Bilgisi kesinleşmiş inanç ise insana bu harekette rehberlik etmelidir. Bütün bunlar varoluşa cevap niceliğini tamamlamasa da, nitelikli bir yorum olabilir. Bilgiyle genişletilmiş inanç, en kısa yoldur. Bir simülasyon fikri ile yola çıkabiliriz.
Tanıyabildiğimiz kadarıyla dünya ve genişletebildiğimiz çemberimiz bir çeşit simülasyona benziyor. Sonsuz olasılıklar içeren, içinde zararlı ve yararlı kodlar bulunan bir yazılım… Birbiriyle bağlantılı olan, sürekli yenilenen hayret verici kodlar… Onları kontrol edebilecek tek bir kod: İnsan… Sosyal bir varlıktır. Tek başına varlığın bütün girdi çıktılarını hesap etmeye kalkarsa tökezler, yarım kalır. Simülasyonun kodlarını tek başına yüklenemez, zarar görür. Dolayısıyla insanların bir araya gelmesi zorunludur ve onda bir amaç olmalıdır.
İnsanları bir arada tutan şeyler nelerdir? Bir araya gelmenin faydalısı ve zararlısı nasıl olur? Ne yapmalı? Bunlara bir bilgisayar yazılımı üzerinden cevap ararken, bilgisayarın kutu açılımını merak etmek ya da yazılımı yapan “şey”in aklından geçenleri bilmeye çalışmak, yazılıma ait olan bir kodun yapmaması gereken ve zaten yapamayacağı bir şeydir. Sorumuza iki cevap yetiyor: Mutlak amaç ve gözlemci. Bir simülasyonda olduğumuzdan haberdar olabilmemiz için simülasyonun dışından haber gelmesi gerekiyor. Vahiy olmasın? Bütün inançların üstünde olan, sağlıklı bilgi vahiydir. İnsanları bir arada tutabilecek temiz bilgi ve inancı, amacı oluşturmaması için bir sebep görünmüyor. İnsana uygun bir dil ile geliyor. “Kuran Arapça değil, Rabça’dır.” sözü daha önceden söylenmişti. Bunu iyi algılamak gerekiyor. “Rab” kelimesinin anlamlarından birisi Öğretici’dir. Yazılıma faydalı ve tertemiz bir kod veren Öğretici…
Vahiy kaynaklı dinlerin hepsi bir öncekinin içine yanlış inanç esasları yerleştiğinden dolayı yeni bir sürüm olarak gelir. Bu bozulmaların en büyük sebeplerinden birisi de alt kültür sorunuydu. Yazılımın ayrılmaz bir parçası olan alt kültür, aşağılık kodu mükemmellikten uzak tuttuğu gibi virüs haline de getirir, bulaşıcıdır. Vahiy, simülasyonda insanı hem bu alçak kodların olduğu yerde hem de ölümle birlikte bütün arayüzlerin tümünün gözükeceği ahirette insanı mutluluğa sevk edecek bir girdi, bir yol haritası ise, neden inanç yüzünden durumumuz bu kadar vahim? Ne yazık ki akrabalarımızın da dahil olduğu insanların çoğunun inandığı küresel bir din yüzünden. Artık milletlerin kendilerine has kültürleri, çeşitlilikleri yavaş yavaş ortadan kalkıyor. Ben ve iki bin kilometre uzağımda olan kişi aynı kıyafetleri giyer, aynı yemekleri yer, aynı müzikleri dinlersek ve bunlara mahkum edilirsek, ikimiz çok da farklı şeyler düşünemeyiz ve sistem bizi bir noktaya mahkum etmiş olur. Son gelen dinden anladığımız yazılım diline göre yazılımcı bu sistemle mücadele etmeyi öneriyor. Sonuç olarak simülasyonun alt kodlarından sıyrılıp yükselebileceğimizi, bedenen öldükten sonra bu yolculuğa zihnen devam edebileceğimizi vadediyor.
Bu bilgilerin faydalı ya da zararlısının sağlaması pratik ile yüzyıllardır yapılıyor. Artık neyin alt kod neyin üst kod olduğu, simülasyonda “at koşturmamızı” sağlayacak kurallar manzumesi belli. Bir üst seviyeyi görebilmemiz için ve son olarak “bilinç” seviyesine erişmemiz için bunları yapmamız gerekiyor. Bu küresel din ya da kültür (buna 1400 yıl önce put denilmişti), insanları bilinç seviyesine göre kategorize etmiyor. Bana öyle geliyor ki, bu alt koddan çıkıp kusursuz işlenen son vahye yükselmek gerekiyor.
Oğuz AKINCI