Nirvana
"Kuyudaki çocuğa selam söyle, kuyuya sarkıtılan olta mı, yardım ipi mi iyi ayırt etsin." yazıyordu. Katlayıp cebime koydum. Düştüğüm durumu bir kuyuya benzetecek olursam, bu mesajın yardım ipi olduğunu çıkarsayabilirdim.
Sahafta Beethoven'ın Dokuzuncu Senfonisi onuncu kez çalıyordu. Dayıdan (sahafın sahibi) çay istedim. "Kalk kendin al g.telek!" cevabıyla okuduğum on bin küsur kitaptan hiçbir ders çıkaramadığım sonucuna vardım. Hep mantık peşinde koşuyormuşum gibi gözüküyor değil mi? Size, dayının verdiği cevap gibi bir cevap vermek istemediğim için yapıyorum bu çıkarımları sayın okur. Ya da kendinize ne derseniz o da olur. "Fark ederse kahrolayımcıların" değişimci ülkesi burası.
Karşı masamda oturan Marslıya nazikçe selam verdim. Herifçioğlu karşılık olarak verdiği zeka dolu selamla bana insan olduğumu öyle bir hatırlattı ki, sahaf dayıyla işbirliği içerisinde olduğunu düşündüm. Sürekli aşağılanışım, aşağılık fobilerimi yıkmaya çalışmamdan mı geliyordu? Bunlar apaçık bir teşkilat mıydı?
Her itirazın içinde başka kabullenişler vardır. Bize de öyle oldu. Durduğumuz yer durmadığımız yerleri kabul ettiğimiz anlamına geliyordu.
Çaydanlıktan yayılan küf kokusu mataramızın tazeliğini reddetmemize sebepti. Sahaf dayıcığımın köhneleşmişliğiyle çay içmemesi birebir bağlantılıydı demek ki. Bu batıl inanç pezevengi, çay içmeyerek bana bir şeyler mi anlatmaya çalışıyordu? Çünkü kendisi çay içtiği zaman küfe karışıp toza dönüşeceğine inanıyordu.
Ben içtim tabii ki çaydan. Küfe ya da küle dönüşmedim. Ama bu saçılıp dağılıp farklı yerlere konmayacağım manasına gelmiyordu.
Marslı, Aristo'nun Kategoriler'ini okuyordu. Kendisi kategorilerde yer almadığı için cins, tür ayrımlarına baktıkça keyfe geliyor, insanların akıl babasıyla dalga geçerek kendi durduğu yeri daha da konforlu ve akılalmaz hale getiriyordu. Elimden gelse çenesinin ucuna sağlam bir kroşe çakıp o muhteşem zekasını farklı kategorilere dağıtırdım. Yapamıyordum. Adamda Ledün ilmi vardı. Bu, neler yapabileceğimi önceden kestirebiliyor, hatta kestirmeden biliyor demekti. O yüzden yumruk atma fikrimi bildiği gibi, atmaya cesaret edemeyip masama geçeceğimi de bildiği için, sakin bir şekilde Kategoriler'le muzip temaşasını sürdürmeye devam ediyordu.
Cebimdeki notu çıkarıp tekrar okudum. Bu sefer kağıtta "Annene çok iyi davran evlat, belki bu sayede Hazreti Hızır'ı sen de görebilirsin." yazıyordu. Fiyakalıymış gerçekten. Ama benim annem ben çok küçükken öldü. Elveda Hızır, elveda tüm zamanların en hızlı ve en delikanlı silahşörü.
Hayatı durduran ve dikkatleri yaklaşık on saniye kendi üzerine çeken müthiş bir çığlık sesi geldi dışarıdan. Kıyametin koptuğunu düşünebilirdiniz ama Marslının gıcık hareketlerini görseydiniz eğer, o sesin, Marslının yok oluş sesi olmasını isterdiniz. Kafamı kaldırdım, yok, Marslı yerinde duruyordu. Dayı da içerdeydi, sağırlar ülkesi kralı olmasına rağmen, tahtından inip kafasını dışardaki sese doğrultmuştu.
Hızlı kararlar daha önceden kazanılmış refleksler sayesinde verilir. Yürürken bir adım atabilmenizi sağlayan daha önceden attığınız milyonlarca adımdır.
On dört bin yıl gezmeyen de anı kavrayamazdı. İlk günlerimizi yaşadığımız için bizi paniğe sokan sesin nereden geldiğini ve ona karşı ne yapmamız gerektiğini kestiremedik, bunu Ledünnî Marslı bile gerçekten yapamadı.
Ellerinde silah olan dört tane Orhan Gencebay maskeli adam, içeriye antilop kovalayan aslan hırsıyla daldılar.
"Eller havaya! Bu bir kitap soygunudur!".
Mafsallarının en güçlü kısımları tetiklere yerleşmişti. Adamlar ciddiydi. Makinalıları ağzımıza dayadıklarında bu ciddiyet altıma işememe sebep olarak beni komik duruma düşürdü. Adam yine de gülmedi. Grubun Baş Orhan Gencebay'ı "Korkudan altına işeyen adamın kendisine saygısı yoktur." dedi. Ordan bir kitap çekti ve soygun bitene kadar okumamı istedi. "Mesnevî III. Cilt".
Dayıyı ve Marslıyı kurşuna dizdiler. Üzülmedim. İçerdeki yaklaşık üç yüz bin kitabı çantalarına doldurmaya başladılar.
"Amacımız, dünyadaki bütün kitapları yok edip, hepsiyle Orhan Gencebay'a şarkı yaptırmak! Bundan sonra herkes Orhan Gencebay dinleyecek!".
Rexona reklamından sonra Orhan babayı tenkit eden bu kötü kokulu adamlar, her şeyi kontrol altına almışlardı, Orhan Gencebay'ı da. O kadar kötü kokuyorlardı ki Orhan babanın Rexona reklamında oynayışını gözümüzde haklı hale getiriyorlardı.
III. Cilt'i okumaya devam ederken düşüncelere dalıyordum. Demek Orhan Gencebay ellerinde rehindi. Bir şeyler yapmak lazımdı. Kitapları kurtarmak, Orhan Gencebay'ın aleyhinde hareket etmek demekti. Soyguncuların akışına katıldım.
(Devam edecek)
Oğuz AKINCI