Devlet İroni Yapmaz

Oğuz Akıncı

“İnsan inmek ister.”
Dolmuşçu.
  “Bir şiir bir mısrası için okunur.” diye bir söz okumuştum. Aklıma birdenbire o geldi. Aslında birdenbire, kendi kendine, gelişigüzel, rastgele, tesadüfen, öylece ortaya çıkmış değildi. Vardı elbet bir ön hazırlığı. Mutlaka, evet mutlaka doğru parçalar farklı zamanlarda bir araya geldi ve bum! Hani şu aniden ortaya çıktığını anlatmak için bir sürü hal tanımladığımız olay, evet, zihnimde yanan ışık, diğer bütün notalara ağır basan tını, bir anlığına kendiniz dahil her şeyi unutturan o şey. Duruma bu yönden baktığınız zaman münafıklığın bir iç rahatlatma yöntemi olduğunu anlıyorsunuz. Hayır hayır, bir şiir bir mısrası için okunmaz. O söz profesyoneller için geçerlidir. Münafık demek istemiyorum, iki yüzlü, sinsi, karaktersiz, yalancı demeyi hiç istemiyorum. Bir mısra bir şiir için okunur. Bir şiire ait bütün mısraları o şiir için okursunuz. Sizi özel kılan, size özel olan mısrayı seçmeniz için şairin imge dünyasına dalmanız da gerekmez. Onu yapmak da profesyonellerin işidir. Kendi dünyanızı bırakıp şairinkine daldığınızı düşünelim, o zaman da nasıl kendiniz olup ondan çıkardığınız anlamın size bir pay biçtiğini söyleyebilirsiniz? Bir an, sadece bir anlığına bütünü kaçırıp parçaya odaklandığınızda, bütün sayesinde o parçanın içinde olduğunuzu kaçırdığınız anda, hiç de amatörce bir şey yapmış olmazsınız.

Koşu yapmaya çıkıyorsunuz, koştuğunuz yolda su fabrikaları var. Yol koşu yapmaya müsait. Böyle bir şehirde yaşadığınız için kendinizi şanslı hissederken bir yandan evrensel su ihtiyacı ve su tüketimi, bunların yakında birbirini karşılayamayacak olması gibi endişeleriniz de var. Koşuya devam, “Dünya doğudan batıya doğru mu dönüyordu, batıdan doğuya doğru mu acaba? Yoksa hafif bir çaprazlık var mı, olsa çok komik olurdu, yok öyle değildir.” Biraz daha koşuyorsunuz, küresel ısınmayla alakalı sorularınız hala cebinizde, ev anahtarıyla birlikte bir yukarı bir aşağı şıngır çıngır size eşlik ediyor, “Doğudan batıya doğru dönüyorsa, ben de doğuya doğru koştuğuma göre, yeryüzü altımdan kayıp gidiyor demek ki.”. Ne kadar yanlış olsa da bunu düşünmesi keyifli. “Acaba var mı öyle bir şey, batıya doğru gidenler daha hızlı gidiyor belki de?”. Gidiş yirmi dakika sürdü, bu tempoyu korursam dönüş de yirmi sürecek. Mantık, mizah gibi bazı şeyleri ertelemeyi sağlıyor.

İçtiğiniz iki bardak sade kahvenin ardından yaptığınız kırk dakikalık hafif tempolu bir koşu sizi canavar haline getiriyor. Açma germe, kültür fizik yapmak için başladığınız yere yakın bir tarafa yapılmış yeni bir park var. Oraya doğru gidiyorsunuz. Bazı tuhaf aletler var, herhangi bir uzaylı istilası sırasında bunlar uzaylılar tarafından yanlış anlaşılabilir. Park da olsa, “evren”sel olacaksın. Öyle “Fiseyin Emmi buralarda oyalansın da yeter.” kafasıyla yapmayacaksın.

Parkta bir iki aletle oyalanıyorsunuz, tuhaf şeyler doğrusu. Bazıları özellikle oraya koyulmuş gibi sanki. Yok yok özellikle koyulmamıştır. Devlet ironi yapmaz. Hele belediye, ironi yapmak için o kadar uğraşmaz. Şimdi gayet somut olduğu üzere bir şey var ortada işte. Park, sarılı turunculu tuhaf aletler, üstüne çıkıyorsunuz ve hangi kasınızı, hangi bağlarınızı nasıl çalıştırdığını anlayamıyorsunuz bile ama fiziken bir temas var yani kaçınılmaz olarak. Ünlü bir yazarın dediği gibi: Her temas iz bırakır.

Açma germenizi bitirdikten sonra parktaki aletlerle iyice haşır neşir olmuş buluyorsunuz kendinizi. Nabzı yükselten sporlar kan akışını hızlandırır, metabolizmayı iyice aktif hale getirir, yağ yakarsınız, sağlıklı düşünceler o anda zihninizde dolaşmaya başlar. Ne demiş atalarımız: “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.”. Bu da göreceli. Atalar insanları kategorize etmeye bayılır. Ben de birilerinin atası olacağıma göre, bunu yapıyorum ister istemez. Sözü alıntılıyorsunuz evet, çünkü duruma uygun.

Sonra parka bakıyorsunuz, bir şiirin bir mısra için okunmadığını bildiğiniz için, bu şehrin de bu park için kurulmadığını anlıyorsunuz. Oğuz AKINCI