Aynı Kederler

Oğuz Akıncı

Sazı eline alan kendisini Karacaoğlan zannediyor. Aldanışların dünyası sonuçta... Akordu bozuk bağlamayla bütün site sakinlerini Anadolu'da gezdiriyor adam. Bacağından vurulmuş Karacaoğlan kadar samimi. Ama samimiyet müziğe düştüğü anda gönlün teli kopabiliyor maalesef. Belki bir parça Perişan Ali kadar ya da Aşık Veysel dolaylarında özgün. Bir o kadar da üzgün belli ki. Yine de şükür, ya dinlemekte olduğumuz şey bir bağlama değil de kemangillerden filan yabancısı olduğumuz bir müzik tarzı olsaydı? Bacağından vurulmuş bir Batılı yardım ister, bizim yaralılar yattıkları yerden meydan okumaya devam ediyorlar hala.

Abi tamam, dertlisin, eminim yüreğin dağlanıyor kederden... Ama senin bağlamayla filan uğraşmaman lazım güzel abiciğim. Daha pratik şeyler lazım sana, ne bileyim halı saha maçlarını sıklaştır, yeni bir diziye başla, bir kitap oku, evin dağınıksa şöyle bir toparla. Mesela Alper Kamu okuyabilirsin bak (Albert Camus). Gerçi bir parça intihara meylettirse de, kitaplarındaki o dünyaya karşı aşırı duyarlılıktan doğan müthiş sakinliği görürsen sendeki bu abartılı melankolik hali dengeleyecektir. Alper Kamu dedim ya, o da yerli yazarlarımızdan olan, sağlam bir kalemden çıkma bir karakter. (Ya, Edebiyat sektörü böyle işte, üzerine yıllarca emek verilip yazılan bir kitabı ve yazarını sanayideki çıkma Şahin parçalarına çevirdik iki dakikada. Hayda, şimdi de Şahin'e, sanayiye gitti laf. Siz de affedin sanayici abiler). Neyse, onu da okursan güzel olur abiciğim. Hem bağlama dediğin elli altmış tane notası olan, senin kederin gibi daha ne hikayelere şahit olmuş, apayrı, kocaman, bambaşka bir derya. Yapma abiciğim, maddi manevi yoracaksın kendini iyice. Ama yok, bizim insanlarımızın huyudur büyük oynamak, abartmak. Bir de erken ölmek.

Bir yandan, sitedeyiz dedim ya, başka bir balkondan bir abi daha bağırıyor. Muhtemelen telefonla konuşuyor çünkü aynı telefonda konuşuyormuş gibi konuştuğu kişi sözünü kesip duruyor. "Sen... Sen... Se... Tamam da sen demed... Bak... Ba... Seviyorsan beş dakka gel... O zaman? Ya... Ta... Tam... Se...". Abi, ah abi... Bazarov seni bu halde görse iki tokat çekerdi yüzüne herhalde. Bu kadar abartılamaz bir şey yani. Sözünü kesiyorsa kendine hakim olamıyor demektir, kendine hakim olamıyorsa şu anda duygusaldır ve doğru kararlar alamayabilir. O kadar çok seviyorsun madem neden riske atıyorsun ilişkini? Aboo, abi öyle küfürler etmeye başlıyor ki muhatabının blöfünü görüp rest çekiyor resmen ve ben hemen masadan uzaklaşıyorum tabii. Abi muhtemelen telefondakine zarar vermek istediği için öyle konuşmuyor (iyimser). Gerçi herkes en çok sevdiklerini öldürmek ister (gerçekçi). Adam ettiği küfürleri, küfür olarak değil normal bir kelimeymiş gibi her cümlesinin sonuna iliştiriyor (dil bilgisel). Ve telefon bu kadar hakarete rağmen hala kapanmıyor (acayipsel).

Üst kattan yemek sofrasını çırpan teyzem için de birkaç kelam etmek istiyorum. Teyzeciğim, senin evladının kafasına ekmek kırığı atsalar hoşuna gider mi? Bunun, birisinin cüzdanından para aşırmakla ne farkı var Allah aşkına? İki şekilde de hakka giriyorsun, aynı şey değil mi? Tamam, bir parça farklılık olsa da sonuca odaklanmak lazım. Hırsıza eyvallah denmez ama, teyzeciğim, biliyorum şimdi çıkıp yukarı senden sofrayı her akşam kafama silkelemenle ilgili ufak bir ricada bulunsam sen on yedi yaşında köyden gelin çıkarılışından komşun Aysel'e kadar olan kinini biriktirip konuyla ilgili haklı bir tefsir yaparsın... Neyse, yenilgiye uğrayıp bölgeyi terk eden bir aslan gibi arka balkondan ön balkona geçiyorum sayende. Bu satırları muhtemelen sen okumazsın ama kızın, oğlun, kardeşin filan varsa onlar belki denk gelir. (Biliyorum her yerde böyle sofra silkeleyenler var). Bu kadar yaygın bir haksızlık olduğu için yazdım bunu. Belki vazgeçersiniz, sofranızdaki ekmeğin hatırına.

Buraya site demişler ama eski, çok eski sitelere ihanet etmişler böyle diyerek. Ne bileyim bir Çatalhöyük, bir Atina değil işte... Gerçi ne kadar bağlantı kurulabilir geçmişle şimdi arasında onu da bilemem. Ama şu kesin gibi (Kesinse nasıl gibi oluyor değil mi?), Sokrates'e baldıran içirenlerin kederleriyle, ekmek kırıntılarının piri olan teyzeciğimin, bacağı yaralı sahte Karacaoğlan abiciğimin ve diğer sinirli abiciğimin kederleri ve sıkıntıları aynı duruyor. Ben mi? Benim de kederlerim var tabii. Tarihi yazma kederi de benim gibilere düşüyor sanırım (ve kesinlikle).
Oğuz AKINCI