Arap Sen Torpidoyu Bilir misin?

Oğuz Akıncı

Turuncu şehrin kirli kaldırımlarındaki ayak izleri o şehrin kaderine ustura keskinliğinde çizikler atar. Çok da ince değil, değil mi? Burası hiç olmadığı kadar sade, çok afedersin su gibi. Her şey meydandadır ama görmek o kadar zordur ki… Emredildiği gibi okumak gerekir evvela. Çünkü mektuplar zarflara konulmuyor artık, her yerde bir mesaj var. Yazan eller çok yabancı, kastı var sana, bana. Azeri bir arkadaşımın da dediği gibi: “men paranoyaq değilem, reeldir bunnar”. Elleri ceplerinde delikanlılar, çelebinin torunları iyi giyimli filintalar...

Devrimle aramızdaki mesafeyi kanıtlamak için saçlarını yaptırıyorlar. Para harcıyorlar mesafeyi ölçmek için. Metrekare başına beş almaz düşüyor. Peki zihninde inşa ettiklerinden daha başka ne konfor sağlayabilirler insana? Devrim çok uzakta. Bir arap emirinin sahile çektirdiği otel büyüklüğündeki gemi kadar da yakın. (Muaviye'den beri Akdeniz gördükleri için şanslı saymalılar kendilerini, şimdilik.) Gemi, Çin sarayı gibi. Anlayana. Geceleri ışık saçıyor şehrin kıyı sularına, yakamozlar kıskanıyor bunu ve yakamozlar da devrim hazırlığında gibimize geliyor. Üç kişi seyrediyoruz renk cümbüşünü, bir gladyatör ustası çıkıp gökkuşağını kırbaç gibi çekip almalı buradan, siyah olmalı her yer, her karanlığı aydınlatmalı bu siyahlık.

Evrenin en siyahından da siyah bir siyah bu… Zaten gökkuşağının arka tarafını görseydiniz orasının siyah olduğunu anlardınız. Altında pedalına basıldığında gıcırtı çıkaran bir bisikleti olan işçi kadar siyah. Allah’ı seven bir kumarbaz kadar, Müslüm Gürses kadar siyah bir renk. Katilin olay yerine döndüğünde hissettiği siyahlık gibi değil ama, dedektifin içindeki umut kadar siyah. Hepsini kapsayan, peygamberin omzuna attığı ince hırkanın siyahından bir bukle bu.

Köyümüzün dağlarından akan sulara karşı koyup daha da yukarı çıkan alabalıklar, bu geminin üstünde yüzdüğü suyu içerek geçecek karşı kıtaya. Torpido gibi usulca yaklaşacaklar o gemiye, Nusret’in döşettiği mayınlar gibi şölen saçacaklar kıyı sakinlerine. Bu balıklar asker gibidir. Avlayamazsınız.

Suyun içinde görünmezler. Renkleri su rengine yakın bir yeşildir. Sizi gördükleri anda kaybolurlar, siz onları “göreyazdığınız” anda. Son teknoloji oltalarla bile zor avlarsınız onları, eski yöntemleri kullanmanız gerekir. Bir rivayete göre o balıklar suyun dışına çıkıp öyle avlanırlarmış.

Dağlarımızdaki geyikleri yer, suya geri dönerlermiş. Bu arkadaşlar o Arabın gemisini yiyemezler mi? Bence gemi, dişlerinin kovuğuna bile yetmez. En iyisini Allah bilir tabii.
Oğuz AKINCI