Agarta Günlükleri / Ses
Halı saha maçından sonra langırt oynanmaz.
Diş fırçaladıktan sonra naneli şeker yenmez.
Öldükten sonra ölümcül risk alınmaz.
Ama bela belayı çeker. Mide bulantısı, kalp çarpıntısı... Görüntü çok net. Koşma isteği, koşarsam ölürüm düşüncesi, her şeyin uyumlu olması... Yerdeki taş ile kulaklığımda çalan 2pac - "Me Against The World" şarkısı uyumlu. Yanımdan gelip geçenlerle benim gittiğim yer uyumlu. Oraların izlerini taşıyorlar. Gizleyebilene akıllı diyoruz, görmesi gerekeni görmesi gerekene gösterebilene arif. Uzunca bir süredir yürüyorum.
Her çıplağa bir kıyafet ve her kıyafete bir yama. Kim tamamlandığını iddia edebilir ki?
Sanat sanat için midir, toplum için mi? Bu yangın merdiveni sigara içmek için yapılmıştır ona eminiz. Yangınların arasında farklar vardır.
Takip ediliyormuşum hissinin adı konulmasın diye gitmediğim psikiyatristi takip eden gizli polisleri fark etmemi sağlayan dehanın kuzenidir hastalığım. Öyle her şeyden emin olmayacaksın.
Kuzenim, gerçek kuzenim Ruşen'in ses yarışması olmasa nereye gidecektim? Bu kaderim miydi? Yaptığınız şeylerin size bağlı olması, yapacağınız işlerin de size bağlı olduğunu gösterir. Ve eğer Ruşen'i tanısaydınız kaderinizi biraz da Ruşen'in çizdiğini anlardınız. Beni kesinlikle tanımazdınız. Bu çocuğu senede bir kez görüyorum. Onda da beni yakalamanız olanaksız, çünkü muhtemelen çabalarıma dahil değilsiniz, üzgünüm, bu benim kaderim.
Sanat toplum için değildir evet. En azından bu seferliğine sanat, ünlü bir ses sanatçısıyla düet yapabilmek içindi. Gerçi ne kadar sanat, kime ne kadar fayda? Sonuç olarak yarışmadaki herkes kendi çıkarını düşünüyor. Meselenin özü bu. Yarışmanın afişinde kocaman yazıyor: "AKDENİZ SESİNİ ARIYOR!".
Üst geçitteyim, arabalar alttan geçerken "cipuf" diye ses çıkarıyor. Bir arkadaşla karşılaşıyorum. Selam muhabbetten sonra "Tantunide neden kırmızı toz biber kullanılır?" diye soruyor.
Gün batmak üzere. Elime bir tornavida verseler dünyayı bozar yeniden yaparım.
Kültür merkezine doğru iyice yaklaşmışken sela sesi duyuyorum. Çok yakından tanıdığım bir ses bu, sanki çok yakın arkadaşım, hatta birlikte büyüdüğüm kardeşim. "Tamam." diyorum kendi kendime, "Abartma.". Ama bu ses? Hıah! Bildim, Müslüm Gürses. Allah Allah, buyrun cenaze törenine, hem de toplusuna. Müslüm Gürses öleli yıllar oldu ya? O esnada bir balinanın altında kalmaktan son anda kurtuluyorum. Kendine has tanımlanamayan sesiyle canhıraş bağırarak uzaklaşıyor.
Kültür merkezi ama, Merkez Kültür değil asla. Önünde bir kalabalık ve toz bulutu. Yeryüzüne bu kadar yakın toz bulutunu en son köyde, bayram namazından sonra caminin önünde görmüştüm. Programın sunucusu Siyah'ı görüyorum. Yanında arkadaşlarıyla birlikte sigarasını tellendiriyor. Ses yarışmalarının sunucuları sigara içerse, o yarışma izlenir.
"Gelmişsin." diyor Siyah, sanki davet edilmemişim gibi. "Davete icabet etmek gibi pis bir huyum var." diyorum, bıçağına katana değdirircesine. Yanındaki arkadaşı atlıyor zar zor kurduğumuz iletişime: "Sünnete uyuyorsun.".
"Efendim?" Anlaşılmıyor ki söyledikleri.
"Peyganber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sünnetine uyuyorsun davete icabet ederek." diyor.
İcabet kelimesini kullanarak ortamdaki zeka seviyesini ölçebilirsiniz. Cevap versem intihar edecek, bir iyilik yaparak onu pas geçiyorum. Siyah'tan bir kalem sigara alıp Ruşen'in yanına gidiyorum.
"Abi nerdesin ya, ben çıkalı yarım saati geçti. Sen olmayınca düştü valla motivasyonum.".
Yeşil gözlü Ruşen, keşke senin kadar odaklanabilsem hayata. Yaşamayı en çok sen hakediyorsun. Kendime küfür ederek sigarayı yakıyorum. Verdiğin sözde duramıyorsun daha, tantuninin neden toz biberle yapıldığını nerden bileceksin?
Programın ikinci bölümü için içerdeyiz. Sahneye yakın kapıdan girer girmez bütün yüzleri algılıyorsunuz. Hepsinde aynı ifade. Üşümesi geçmiş zerdüşt gibiler.
Sahneye çıkıp bir türkü tutturasınız gelmiyor değil. Onun yerine ön sırada oturan ekabir takımını görür görmez en arkadaki en kuytu köşeye oturmak istiyorsunuz.
Öyle yapıyorum, en köşe dolu, kırmızı başlıklı kız kapmış köşeyi. "Yanınız boş mu?" diyorum. "Boş" der gibi kafa sallıyor ama yüzünde öyle bir ifade var ki, kurt kılığında babaannesi gelse o kadar şaşırmaz ve akışına bırakır. Bende hata, boşsa otur. Boşsa boştur.
İlk şarkı. Mahmut Tuncer'le kesinlikle bir alakasının olduğunu tahmin ettiğim sanatçı arkadaş bir uzun hava çekiyor. Jüri üyeleri psikiyatri polikliniğinde sıra bekleyenlerden toplanmış gibi. Kafa şekillerini sırasıyla sayıyorum: Dik dikdörtgen, kare, oval, oval, sondakinin yüzü gözükmüyor. Müziği bulan adam galiba o, ve sadece ben görüyorum.
Kırmızı başlıklı kız hala memnun değil, ne yapalım bebeğim, Elvis öleli yıllar oluyor, onu getiremedik. Ama istersen ben çok güzel İsmail YK taklidi yaparım. Yok mu? Kalsın mı? Senin amacın farklı biliyorum ben seni. Oyuna devam.
Bu şüpheciliğim aldı başını gitti. Ama hiç şüphesiz söylüyorum ki bir tık şüphe sizi kurtarır, çok şüphe ise bilgi sahibi yapar. Bilgi ise bana göre, hayatın kaynağıdır.
Alkışlar yükselirken Meksika dalgası sırası bize ne zaman gelir diye bekliyorum. Çok sıkıcı bir yarışma, kimse Meksika dalgası yapmıyor. İçten içe duyduğum Meksika özlemini Terhat isimli, uzun saçlı, deri ceketli bir kardeş bozuyor.
"İtmim Terhat, on dokut yatıntayım. Tite "Ay Tarmela(Carmela)" itimli itpanyol tarkıtını töyleyeceğim.". Adam bir tıfır önde başlıyor.
Gitar sesi ortama gerçek bir sessizlik sağlıyor. Sonra Terhat başlıyor:
Viva la Quince Brigada!
Rumba la rumba la rumba ban!
Hepimiz şeker gibi eriyoruz çocuğun karşısında. Ben hala tantuninin kırmızı toz biber sorunsalında geziniyorum. Önce acıma duygusu besleyip sonradan sempati duyduğumuz Terhat, son kez şaşırtıyor bizi. Deri ceketinin içinden çıkardığı FN P90 makineliyle sanatını son kez icra ediyor. Mermiler üstümüze notalarla karışık yağarken, ekabir takımından yükselen kan ve kırmızı başlıklı kızın çığlığı birbirine kavuşuyor. Alnımdaki demir kaşıntı amigdalamda sona eriyor. Sırt üstü yığılırken argo, şiddet ve dram içeren hayatım gözlerimin önünden film şeridi gibi geçiyor.
Oğuz AKINCI