Agarta Günlükleri / Nişangâh
"Tam şimdi şaşırttığın gönyeme bir pergel yolla." dedi.
Telefonu çaldı. Havanın kızıllığı yüzüne o kadar yansımıştı ki, yüzü kainatın aynası gibiydi. Sanki bir elektrikli sobanın ışınları vuruyordu yüzüne. Tabii ki elektrikli sobadan daha fazla fatura getiriyordu kainat. Ve ona yaklaşmak, hemen ısınmak elektrikli sobaya göre daha zordu. Arayan Gabriel'di. Telefon on dördüncü kez çalıyordu.
Umarsız gözüken tavırları Ümmet'i kızdırıyordu. Telefon bir kez daha çalsa elinden alıp açacak mıydı Ümmet? Ne diyecekti? Sanki bir "Alo"dan sonra o da susmayacak mıydı? Ümmet'in zannettiği gibi umarsızlık değildi Sabri'ninki.
Kontrollü metafizik fiziğe hükmettirir.
Sabri'nin donukluğu, her zor durumda kalışında bir çıkış yolu bulmasınaydı. Kontrollü bir metafizik anlayışı vardı. Kendi zihin inşasını yapmıştı ve kelimeleri asıl anlamlarından farklı kullanarak maddi boyutlarda yapmak istediklerine, elindeki telefonu kullanarak kainata gönderdiği mesajlarla er ya da geç ulaşabiliyordu. Ümmet kızgındı, Ümmet, yerlerdeydi. Ümmet kelimelerin asıllarından bile bihaberdi. Nasıl bihaber olmasındı, yoksa Sabri'nin etkisinden kendisini kurtarır, savrulmaya başlardı.
Telefon on beşinci kez çalmak üzereyken, gün de İstefan takvimine göre on beşinci kez doğuyordu. İstefan takvimine göre bir bütünün son hali, on beşinci parçasının son bölümleridir. Sabri'nin icat ettiği bu zaman ölçme birimi olan İstefan, bir çeyrek-buçuk tamamlayıcısının dördüncü evresinin adıdır. Adını, Nuh ismindeki bir Sahaf'tan alır. Nuh'un kedisinin adıydı İstefan. İlk üç çeyreğin zamanı, üçüncü sondan sonra başlayan ilk başlangıçtan ayrı olduğu için, ölçmenin imkansızlığını ve gereksizliğini düşünerek o kısmı es geçmişti. Her şeye isim vermek kendi metafizik kurallarına tam da uygun düşeceği için bu bilinmezliğe isim vermeyi ihmal etmemişti. O anda aklına Marun gelmişti ve ilk üç çeyrekliğe bu ismi vermişti. Marun, Sabri'nin ilkokuldaki en yakın arkadaşıydı. Ve şehrin en varlıklı ailesinin oğlu olarak okulun en zengin öğrencisiydi. Marun'un zenginliği Sabri için bilinmezliğe verilecek bir isim kadar varlık yaratıyordu Sabri'de.
Tüm bunlar yüzünden herkes küskündür Sabri'ye. Çünkü Sabri olması gerekenin dışına çıkıp marjinal kavram dünyasına, dolayısıyla varlığa, hükmediyordu. "Benim" diyen en alâsına "benimsin" diyordu.
On beşinci kez çalarken telefon, on beşinci kez doğarken gün, son anlar yaşanıyor demekti. Kızıllık her yanı kaplamıştı ve başka renklere fırsat tanımayarak son düzlükte renk dünyasını ve dünyayı ele geçirmişti kızıllık. Kızıl renk, sese de dönüşmüştü. Aynı zamanda kokuya, tada, hissiyata... Her gizlilik ortaya çıkmaya başlamıştı. Ümmet ağlıyordu.
Telefondan bu sefer farklı bir ses geldi. Bildirim sesiydi bu. Sabri yine şaşırdı. Şaşırmak ne kelime, kalbi patladı kızıllıktan. Ve damarlarındaki kan özgürdü artık, uğraması gereken bir evi yoktu çünkü kanın.
Sabri'nin burnundan da girmişti kızıllık ve şimdi tekrar çıkıyordu dışarıya. Değişim ve dönüşümün yarattığı hissizlik ya da tam hissiyata rağmen burnundaki kaşıntıyı hissetti. Bu sırada Ümmet savruluyordu. Sabri sağ işaret parmağını kanca gibi yapıp sol üst tarafını burun deliklerine değdirdi. Elinin üstündeki kızıllığı gördü. Sonra aynı parmağıyla telefonun bildirim çubuğunu açtı. "Kemankeşler" diye bir Whatsapp grubuna eklenmişti. Yeryüzündeki bütün detayları bir kenara bırakıp isme odaklandı. Bu bir saniyelik sapma, zamanı kaydırmıştı.
Ne, ne zaman yaşanır nerden bilirsin? Ahmak gibi kendi zamanını yaşadığını düşündün. Bak ne oldu! Zaman değişti, herkes her şeyi bildi ama bildiğini düşünerek asıl anlamı kaçırdı. Harap oldu hepsi! Vah hallerine! Şimdi yeniden yazılacak tarih.
Gruba ilk mesaj geldi, Osman isimli bir yeniçeriden. Sabri şaşırıp yeniçerinin Whatsapp profiline baktı. Whatsapp durumunda "kemān-keş kaşlarun cānum urur" yazıyordu.
Oğuz AKINCI