Zaman ve Büyük İnsan

Nuri N. Dokuzoğlu

Bruce Lee’nin öğrencisi ve aynı zamanda "Zen ve Savaş Sanatları" kitabının yazarı Joe Hyams ismi geçen kitapta bir anekdot anlatır. Bruce Lee ile yaptıkları derslerin bazılarına Amerika’nın ünlü senaristlerinden olan Stirling Silliphant’ın da katıldığını ve bir ders arasında üçünün arasında geçen sohbeti konu alır. Konu zaman ve zamanın nasıl değerlendirilmesi gerektiğidir. Bu konuda ilk olarak Bruce Lee konuşur.

“Vakti değerlendirmek, o vakti daha önceden belirlenmiş bir şekilde geçirmektir. Çalışmalarımız arasında, tıpkı şu an sohbet ederken yaptığımız gibi vaktimizi değerlendiriyoruz. Vakti ziyan etmekse onu düşüncesizce ve dikkatsizce harcamak demektir. Hepimizin değerlendirecek ya da boş geçirecek kadar zamanımız var ve bu zamanı nasıl kullanacağımıza bizler karar veririz. Ancak zaman bir kez geçti mi bir daha asla geri gelmez.”*

Daha sonra Silliphant da söze dâhil olur ve şunları söyler:

“Zaman, sahip olduğumuz en değerli hazinedir. Zamanımı daima, pek çok küçük parçalara bölünmüş olarak düşünürüm. Zamanımı çalan birisi yaşamımı da çalıyor demektir, çünkü böylece varoluşumu benden alır. Yaşlandıkça en çok önemsediğim şeyin zaman olduğunu fark ettim. Herhangi birisi bir çalışma ile yanıma geldiğinde, böyle bir işin ne kadar zamanımı alacağını düşünür ve kendime şunu sorarım: 'Sahip olduğum kısacık zaman aralığının birkaç haftasını, ya da ayını gerçekten böyle bir iş için harcamak istiyor muyum?' Eğer bu çalışmanın gerçekten de zamanımı değerlendirebileceğim bir şey olduğuna karar verirsem o işi yaparım.”*

“Toplumsal ilişkilerimde de aynı şeyi kullanırım. İnsanların, vaktimi benden çalmalarına izin vermem. Birlikte iyi vakit geçirdiğimiz çok az sayıda arkadaşım vardır. Yaşamımda hiçbir şey yapmadığım ancak tamamen benim seçimime bağlı olan bazı zamanlar - gerekli zamanlar - da vardır ve hiçbir toplumsal olay bunu değiştiremez.”*

Silliphant sözünü bitirdikten sonra Bruce Lee bir süre gökyüzüne bakar ve telefon edip edemeyeceğini sorar. Telefon edip geri gelir ve yüzünde gülümseme ile şunları söyler: “Biraz önce bir buluşmayı iptal ettim. Buluşacağım kişi zamanımı boşa harcamamı isteyecek, onu değerlendirmeme yardım etmeyecekti.”

Daha sonra Silliphant’a dönüp şunları söyledi: “Bugün öğretmen sendin. İlk kez olarak zamanımın ne kadar da çok bölümünü bazı insanlara boş yere harcadığımı anladım. Daha önce hiç varoluşumun benden alındığını fark etmemiştim, ancak bu doğru.”*

Joe Hyams da bu sohbetten kendisine düşen payı alır. Yakınlarının onun da zamanını ve varoluşunu çaldığını düşünür. Bahsettiği dönemde yazarlık ile meşguldür. Evindeki çalışma odasının kapısına, üzerine “Rahatsız Etmeyin” diye yazdırdığı büyük bir karton asar ve bir de telesekreter alır. Bunu yaptıktan sonra kazanımını şöyle anlatır: “Durum böyle olunca, çalışmalarımdan aldığım verimin bir kat daha arttığını görüp şaşırdım. Böylece zamanımı denetimim altına almam konusunda iyi bir adım atmış oldum.”*
***
Zaman... Nasıllığını bizzat kendimizin belirlediği kavram. Zamanın, yer yer nasıl genişlediğini ya da daraldığını sormadan edemeyiz. Evet, zaman belki de bizzat bizimle genişliyor ve yine bizimle daralıyor.

Yukarıda zamanı genişletmenin bir yönü ele alınmış. İnsanların yeri gelince zamanımızı nasıl da sömürdüğünü anlatıyor. Bunu kişinin “varoluşunu elinden almak” gibi can alıcı bir ifadeyle anlatıyor. Bu ifadeye katılıyor ve sadece zaman konusunda değil, her konuda arkadaş ve çevre seçimi yapmanın ehemmiyetine vurgu yapmak istiyorum. Herkes neden benim arkadaşım olsun? Ya da benim neden çok fazla arkadaşım olsun? Birlikte vakit geçirdiğim kişilerin ortalaması olmak ve öyle kalmak gibi bir gerçek varken neden sorgusuz sualsiz hayatıma herkesi dâhil edeyim? Ayrıca bu kişiler benim sadece zamanımı mı alacaklar? Velev ki öyle olsa bile bu dahi hayatımıza giren kişiler konusunda seçici olmamız gerçeğini ortaya koymaz mı? Ortalamanın gününü kurtarmakla kendini kârda saydığı çorak topraklarımızda bu kriterleri eklediğimizde zamanın ve kişinin önemi bilmem kaç kat daha artıyor.

Biraz daha iyimser olup sadece zamanımız boşa gitse diyorum. Hâlin maşallahlık ya da inşallahlık olmadığı gerçeğinden ahalinin sadece dilindeki İnşallah ve Maşallahın daha bir zarar vereceği düşüncesiyle, olumsuz nazarının sevk ettiği güdümsüzlük ve bereketsizlik yalnızca zamanımızı elimizden almıyor, aklımızı, işlerimizi, varsa eğer organizasyonumuzu bir bir eritip sömürüyor. Bu hâlle nerede büyük insan, nerede büyük kurumlar?

Büyük insan olmak, büyük kurumlar oluşturmak herkesle olmadı, olmayacak. Büyük insan seçicidir, hayatına herkesi almaz. Büyük olmanın gereği neyse onu yapar. Bunu da kendisinin büyük insan olmasına katkı sağlayacak etrafına da faydalı olmasına vesile olacak insanlarla bir arada olarak yapar. Büyük kurumlar da ancak bu insanların bir araya gelmesiyle oluşur. Bireyler de kurumlar da en azından “içlerinden bir zümre” ile bu temel seçiciliği yapmak ve “Büyük Aile” oluşturmak zorundadır.

* (Bu kısımlar eserden doğrudan alınmıştır.) Zen ve Savaş Sanatları, Joe Hyams, Çev. Cem Şen, Yol Yayınları, İkinci Basım, 1995, S. 37-38
Kaynak: Zen ve Savaş Sanatları, Joe Hyams, Çev. Cem Şen, Yol Yayınları, İkinci Basım, 1995

Nuri N. DOKUZOĞLU 13.03.2020 (Proje 99)