Sahipsiz İşler ve Bitirilemeyen Pazarlık

Behzat Malumaka

“Siz savaşla ilgilenmeyebilirsiniz, savaş sizinle ilgilenir.”*

Alışveriş esnasında eskisi kadar olmasa da o işi yapan insanla genelde yüz yüze iletişim kurmak zorunda kalıyoruz. Zaman zaman da kendimiz bir şeyler satmak zorunda kalıyoruz. Bir pazarlık esnasında dolunayda düelloya kalkmış gibi gelen müşteri ısrarla “Alıcı umar!” vurgusu yapmıştı. Pazarlık etmek isteyen bu vatandaş her dara düşüşünde bunu söylüyordu. Alıcı umar! Bu onun çift okeyi ya da jokeri gibi bir şeyiydi sanırım. Bir süre sabrettikten sonra oyunu biraz renklendirmek istedim fakat “Satıcı umar!” gibi bir ifadeyle kolaya kaçarak cevap veremezdim. Bu üzücü olurdu çünkü pazarlık etmeyi bilen insanlar aynı cinsten bir ifadeyle cevap vererek pazarlığı şekillendirmenizi istemezler ve oyunu bozduğunuzdan size sırt çevirirler. Farklı derelerden su taşımanız, duyulmamış fıkraları anlatmanız gerekir. Pazarlık süreci aslında herkesin aklındaki rakamı çok iyi bildiği fakat karşı tarafın aklındaki miktarı çözmeyi umduğu ve bunu yaparken de gevezelik ettiği bir süreçtir. Müşteri kadar gevezelik edemediğimi fakat bazen, yerine göre bunun da gerekli bir meziyet olabileceğini fark ettim. Çok uzatılmış bir pazarlık, alıcıyı da satıcıyı da usandırır. İnsanın bir de boş kaldığında kendisiyle yaptığı pazarlık türü vardır. Şunları alıyorsam bunları veririm algoritmasıyla çalışır. Hayat yeryüzünden bakınca pek adil davranmıyordur ve bu bakış istenilen alınamayınca bazı kötü kaçışlara sebep olur. Bu düşünce, verdiklerinin karşılığını hemen görmek istediğinden zamanla verdiği şeyleri de bozar. 

Satış elemanı, eskilerin tabiriyle tezgâhtar olmanın bazı incelikleri vardır. Bir ürünü satmak için birçok meziyete sahip olmanız gerekir. Bir garson aynı zamanda satış elemanıdır. Garson, bir satıcıya göre gün içinde çok daha fazla işlem yapar. Her insanın muhakkak bir garsonla anısı vardır. Hayatımda son bir genelleme yapma şansım olsa onu da “Garsonların çoğu kötü garsondur.”dan yana kullanırdım. Garson güler yüzlü olursa ve bunu içinden direnmeden yapabilirse müşteri bazı olumsuz durumları daha kolay tolere eder hale gelir. Garsonlarımızın çoğu gülümseyemez. Kolay kolay hiçbir garson yaptığı işi karizmatik ve dünyanın en güzel işlerinden biri olarak görmez. Aslında mesele basittir. Garson, eğer işinin basit tanımını kabullenebilmişse garson olmuştur. Güzel ülkemizde kimse bu tarz ayak işi kabul edilen işlerde işi üzerine almıyor. Bir işi iyi yapmak, zaten bu işi yapıyorum neden daha iyi yapmayayım açısıyla bakarak daha kolay hale gelir. İşini iyi yapmak aslında vatandaşa dağıtılan bir bonus, kâr payı ya da ikramiye değildir. Sevimsiz garson, müşteriye kötü muamelesiyle, işinin inceliklerini göz ardı etmesiyle asla daha iyi bir garson olamaz ve günün sonunda bu işin inceliklerine dikkat eden, güler yüzlü herhangi bir garsondan daha iyi bir uyku çekemez. İşini bir basamak olarak görüp, “Bir süre çalışır sonra daha iyi bir iş yaparım.” diye düşünüyorsa ve bu da o an yaptığı işe olumsuz yansıyorsa yani daha özensiz ve ancak günü geçirecek şekildeyse yaptığı iş, onun kestiği yenmez. Sözü falsolu, hali bozuktur. Gülümserken yarım saniye sonra gelecek somurtkanlığı dişlerinin arasından sızar. 

Önlüğü giydikten sonra, başka bir bağlamda dümdüz etmek istedikleri insan tipleri artık onlara ayar veriyordur. Müşteri, bir türlü ne istediğini söylemiyor, yıkıp döküyor, ağzının içinden konuşuyordur. Teşekkür etmiyor, gülümsemiyordur ama gülümsemeni bekliyordur. Küçük gördüğü, kibirle baktığı müşteri tipi artık ona sipariş verebilen, sözünün kıymeti olan adamdır. Tüm kötü müşterilere rağmen iyi garsonu oynayabilen gerçekten iyi garsondur. Müşteri, çok absürt bir istekte bulunmadığı sürece ya da garsona olan davranışı çok uç noktalarda kötü değilse neden garson bir garson olarak kalamıyor? Hakkını alamayan bir garson eğer işini, zaten hakkımı alamıyorum düşüncesiyle sabote edebiliyorsa daha iyi iş fırsatlarını kovma duasına kalkmış demektir. Çok çalışmak ve karşılığında az maaş almak garsonun içindeki intikam ateşini harlarken bir yandan da onu pasif hale getiriyorsa bir toplumun kaderi açısından bakıldığında o garsonun da aslında bazı iyi şeyleri hak etmediği sonucuna ulaşabiliriz. Alman, sahip olduğu şeye bakarken, ben bunu nasıl hak ederim diye düşünürmüş. 
Behzat MALÚMAKA

Kaynak:
*Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey Yok, Osman PAMUKOĞLU