Minimalizm
Tasarım dünyasının son dönemlerde daha da artan popülaritesiyle minimalizm, düzen konusunda geliştirdiği yöntem ile bize basitlikten güç alan serin bir atmosfer ve yüksek kullanışlılık sunuyor. Fazlalıklardan kurtularak tüketim manyaklığına kalın bir ayar vermemizi sağlıyor. Konuya dair izlediğim bir belgeselde bu işe epey kafa yormuş bir vatandaş geriye dönüp aldığı eşyalara baktığında dumura uğradığını söylüyor. Bu kadar fuzuli eşyayı ne için kendine yük ettiğini bir türlü anlamlandıramıyor. Piyasa ekonomisi, varlığını devam ettirebilmek için tüketim kolunun sürekli çeşitlenmesini ve ürünlerin sürekli bir kademe daha geliştirilerek piyasaya sürülmesini yeter şart gördüğü için ihtiyaçlar balonunu sürekli şişiriyor. Topluma yeni ihtiyaçlar kazandırabilmek için var gücüyle kafa patlatıyor.
Kalabalık, karmaşık ve hiçbir düzene sahip olmayan düzensizlik tertipli insanları rahatsız eder. Kendi içinde düzene sahip düzensizlikleri ayrı tutuyorum. Çalıştığımız ortam, yaşam alanımız, arabamız, evimiz, eşyaların düzeni, sayısı, işlevselliği muhakkak ki bizleri etkiliyor. Şu içi gümüş çatal bıçak takımı dolu vitrine de bakın. Hiç kullanılmıyor hem de şişman herkesten. Peki on dördüncü gömleğimiz? Ya da şu ilk neslinden onuncusuna kadar her üretileni sahiplenme çılgınlığı... Annecil sahiplenme hissiyle bir türlü çeperlerini doyuma ulaştıramadığımız kursağımızı ne yapsak da terbiye etsek? Sıradan eşyaya karşı kanâatkarlığımız giderek düşüyor.
Haliyle şirketlerin en temel mottolarının başını çeken minimal tasarım, hayatın her alanına yansımış durumda. Basit arayüz, kullanışlı ürünler, aktarılabilir ve kolay dönüştürülebilir araçlar... Artık insanlar elindekilere bakıp kalıyor. Çok fazla tuşu, sekmeyi, kalabalık bir arayüzünü ıvır zıvır zerdavatları ayağının altında istemiyor. Dünya, tasarım olarak teknoloji ile şüphesiz daha karmaşık hale geldi. Bir dağa taşa kaçma eğilimi başladı. Grinin görüntüsünün ve gürültüsünün boğduğu her fert bu aşırı uyarıcılarının yoğunluğundan daralmış durumda. Kaçamayacağı kadar sahnesinin figüranı haline geldiği için, çareyi kukla haline geldiği rolün sadece görünen kısmında bir takım tasarruflarda bulunmakta buluyor. Çoktan bu hayata kök saldığımız ve salmak zorunda kaldığımız için eldekilerle yetinmek zorunda kalıyoruz. Tüm bu sözde ışıltılı hayatın tesiriyle, pilot kokpitinde mahsur kalmış önündeki konsoldaki tuşlara bön bakışlarla hapsolmuş işin yabancısı gibi kalıyoruz.
Bizon avlayan ilk çağ adamının meselesi çok da karmaşık değildi. O işle alakalı temel bilgiler ona yeterken şimdilerde birçok konuda bilgi sahibi olmak zorundayız. Tabii bunu söylerken insanın kendisini hiçbir zamana ait hissetmemesi durumunu göz ardı etmiyorum. Muhakkak ki Rönesans dönemi de iki bin yıl öncesi de milattan önceki zamanlar da kendine has sorunlarıyla yaşandı. Ama büyük oranda değişen bir şey varsa o da teknoloji ve getirileridir. Bu durum bütün eşyaya ulaşımımızı kolaylaştırıyor. Hızımızı artırıyor. Bize de bu girdabın içinde temel, basit bir zihinsel yapı inşaı düşüyor. Bu asrın insanının bir problemi de kullanışlılık açısından basitliği hayatına adapte edememesidir. Bunun bir yolu da somut uyarıcıları abartmamak olabilir. Açılarımızı verimliliğe, açmazlarımızı minimalizme ayar edelim. Su içinde yürüyoruz, ıslanmamayı konuşmak yerine yüzmeyi öğrenmeliyiz.
Behzat MALÛMAKA 23.06.2019 (Proje 99)