Bize Gelin, Otururuz (!)
İki bacanağı bir leğene koymuşlar, biri diğerine: “Yav bacanak amma uzak kaldık.” demiş.
Bir kültürü tanımak için, onu yaşayan toplumun bize ipucu verdiği bazı noktaları irdelememiz gerekir. Zaruri geçirilen zaman dışında nelerin arzu edildiği, yemek yeme alışkanlıkları, konuşulan günlük dil, nelerin tüketildiği gibi temel hususlar bizim o kültür hakkında zihnimizde bir iskelet oluşturmamıza yardımcı olur. Fıtrat, ne ile haşır neşir olursa giderek ona doğru meyletmeye başlar. Eşyalar arasındaki ipvari görünmeyen bağlarda taşınan mikro organizmalardan oluşan dönüşebilen bir varlığın iz bırakarak üzerinden geçtiği şeyi gittiği yerlere taşıdığını hayal edelim. Benzer bir etkiyle, temaslarımız aracılığı ile bize taşınan izler zamanla bizden olmaya başlar. Dolaylı olarak eylemlerimiz, bizi çevreleyen kimliğimizi oluşturan etmenlerdir.
Hangi dillerde mahsus ve müstakil olarak atanmış bir bacanak, görümce ya da elti sözcüğü var? İngilizce’de “brother in law” kavramıyla kayınbirader, enişte, bacanak üçlüsü için tek sözcük kullanılıyor. Aynı şekilde Almanca’da da bu üçlü için bir şemsiye kavram kullanılıyor. Enişteyi ayrı tutarsak bir çok dilde kayınbirader bacanak ayrımı göremezsiniz. Bizde, kalabalık olmamızın da verdiği kesret ile bu üçlü kümenin üyelerinden halısaha organizasyonu çıkar. Çıkmadığı durumlarda yandan bacanaklara müracat edebiliriz. Akrabalığın hinterlandının geniş olduğu memleketimizde, bu tür şemsiye bir kavramla yetinmek netliği manipüle edecektir. E sorarım size, hiç bacanak ile kayınbirader bir olur mu? Hele ki enişte... Tüm bu hısım rumuzları, yan yana da üst üste de gelse bu üçlü şahsın ve benzerlerinin hayat pastamızda azımsanmayacak bir pay sahibi olması, ki daha çok işinde gücünde olanları tenzih ederim, onları ayrıştırmadan duramamamıza neden oluyor. Çünkü kurcaladıkça yekün haldekinin parçalarını fark etmeye başlıyoruz. Vakti hangi uğraşla geçiriyorsan, o konuda daha çok sözcüğün olur şiarınca da ciddi anlamda vaktimizi hısımla akrabayla oturup kalkmaya harcıyoruz. Lafın varacağı yer, bu üçlü hısmı ve benzerlerini sevmemize engel olmayacak fakat kullanımına yönelik inisiyatifimizin olduğu zaman dilimini nelere harcadığımız açısından, ölüm anında “töh!” de dedirtmeyecektir.
Bu kadar sık bir araya gelerek, yetmiş saat konuştuktan sonra mevzuya koyulan nokta mahiyetindeki fikrin “Okumuyoruz, araştırmıyoruz, kulaktan dolma bilgilerle tartışıyoruz.” özeleştirisi ile bitmesi ve olması gereken hakkındaki tespitlerin ardı ardına dizilişinden sonra muhabbetin samimiyetsizlikle haftaya kaldığı yerden devam ederek esasen hiç bir şeyin değişmemesi durumu, radikal bir okuma alışkanlığı ile kökünden kazınmalı. Totodan sallamaya, dedikoduya, iftiraya alıştıkça çarpık mantık hataları, tuhaf safsataları tetikleyerek bir takım okumaları daha da zahmetli hale getiriyor. Zahmet, nihayetinde kendi dilinde okuduğunu anlamada bizi ilk elli ülkenin dışına, müsait olmayan bir yere bırakıveriyor. Kendi dilinde okuduğunu anlayamayan eşyanın hakikatini nasıl okuyabilir? Okuyamadıkça işlerimizin bereketi kırılıyor. Etraflı bir araştırma yapmadan sahip olunanlarla en fazla belediye başkanı, efendime söyleyeyim, mahalle imamı eleştiriliyor. O da olduğu kadar. Olmadığı, “Bacanak hiç anlatmıyorsun yahu.”
Harcımız olmayan meseleler bizi enterese etmemeli. Bir hâl hatır, dört saat sürmemeli mesela. Bunun çokça yaşandığı izahtan vareste olan “sister in law” cephesindeki elti ile görümcenin bir leğendeki raksı, bu bahis çerçevesinde acıklı bir örnektir. Dağı bağı, insanı lisanı iyi okumadığımız sürece karpuz kabuğundan gemi, şakşukadan şarkı dahi yapamayız. Bir araya gelişlerimizin fiili duayla taçlanması ve bu duaların akıl ve istişare ile belirlenmesi gerekiyor. Akrabayı gözetip kollamayı, yeniden okunacaklar listesine koymalıyız.
Behzat MÂLUMAKA 12.03.2019 (Proje 99)